- Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir. 1965
- و آن شرر از روی مقصودی خویش ** ز آهن و سنگ است زین رو پیش و بیش
- Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.
- سنگ و آهن اول و پایان شرر ** لیک این هر دو تنند و جان شرر
- Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür.
- آن شرر گر در زمان واپستر است ** در صفت از سنگ و آهن برتر است
- Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.
- در زمان شاخ از ثمر سابقتر است ** در هنر از شاخ او فایقتر است
- Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir.
- چون که مقصود از شجر آمد ثمر ** پس ثمر اول بود و آخر شجر
- Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı. 1970
- خرس چون فریاد کرد از اژدها ** شیر مردی کرد از جنگش جدا
- Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.
- حیلت و مردی بهم دادند پشت ** اژدها را او بدین قوت بکشت
- Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!
- اژدها را هست قوت حیله نیست ** نیز فوق حیلهی تو حیلهای است
- Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
- حیلهی خود را چو دیدی باز رو ** کز کجا آمد سوی آغاز رو
- Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi, var gözünü yüceliklere dik.
- هر چه در پستی است آمد از علا ** چشم را سوی بلندی نه هلا
- Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. 1975
- روشنی بخشد نظر اندر علی ** گر چه اول خیرگی آرد بلی
- Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!
- چشم را در روشنایی خوی کن ** گر نه خفاشی نظر آن سوی کن
- Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.
- عاقبت بینی نشان نور تست ** شهوت حالی حقیقت گور تست
- Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez.
- عاقبت بینی که صد بازی بدید ** مثل آن نبود که یک بازی شنید
- Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
- ز آن یکی بازی چنان مغرور شد ** کز تکبر ز اوستادان دور شد
- Sâmirî gibi. O, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti. 1980
- سامریوار آن هنر در خود چو دید ** او ز موسی از تکبر سر کشید
- Hâlbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu.
- او ز موسی آن هنر آموخته ** وز معلم چشم را بر دوخته
- Hulâsa Musa da başka bir oyun etti; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
- لاجرم موسی دگر بازی نمود ** تا که آن بازی و جانش را ربود
- Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
- ای بسا دانش که اندر سر دود ** تا شود سرور بدان خود سر رود
- Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın!
- سر نخواهی که رود تو پای باش ** در پناه قطب صاحب رای باش
- Şah bile olsan kendini ondan üstün görme. Bal bile olsan onun otundan başka bir şey devşirme. 1985
- گر چه شاهی خویش فوق او مبین ** گر چه شهدی جز نبات او مچین
- Senin fikrin surettir, onun ki can. Senin paran kalptir, onunki maden.
- فکر تو نقش است و فکر اوست جان ** نقد تو قلب است و نقد اوست کان
- O, sensin. Kendini onda ara. “Kû, Kû- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol!
- او تویی خود را بجو در اوی او ** کو و کو گو فاخته شو سوی او
- Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya benzersin.
- ور نخواهی خدمت ابنای جنس ** در دهان اژدهایی همچو خرس
- Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.
- بو که استادی رهاند مر ترا ** و ز خطر بیرون کشاند مر ترا
- Mademki gücün kuvvetin yok, ağlayıp inle! Madem ki körsün.. yol görenden baş çekme! 1990
- زاریی میکن چو زورت نیست هین ** چون که کوری سر مکش از راه بین
- Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu.
- تو کم از خرسی نمینالی ز درد ** خرس رست از درد چون فریاد کرد
- Ey Allah, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat; kerem et de feryadımıza acı!
- ای خدا این سنگ دل را موم کن ** نالهی ما را خوش و مرحوم کن
- Kör bir dilencinin “Bende iki körlük var” demesi
- گفتن نابینای سائل که دو کوری دارم
- Bir kör vardı, derdi ki: “Ey zamane ehli, elâman, benim iki körlüğüm var.
- بود کوری کاو همیگفت الامان ** من دو کوری دارم ای اهل زمان
- Şu halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe birden müptelâyım”
- پس دو باره رحمتم آرید هان ** چون دو کوری دارم و من در میان
- Birisi “Bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Göster” dedi. 1995
- گفت یک کوریت میبینیم ما ** آن دگر کوری چه باشد وانما
- Kör dedi ki; “Sesim çirkin, avazım bed. Ses çirkinliği ve körlük iki kat körlüktür.
- گفت زشت آوازم و ناخوش نوا ** زشت آوازی و کوری شد دوتا
- Çirkin sesim halka keder vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden azalmakta.
- بانگ زشتم مایهی غم میشود ** مهر خلق از بانگ من کم میشود
- Kötü sesim nereye varırsa hiddet, gam ve kin meydana gelmekte.
- زشت آوازم به هر جا که رود ** مایهی خشم و غم و کین میشود
- İki körlüğe siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan kişiyi gönlünüze sığdırın, hoş görün”
- بر دو کوری رحم را دوتا کنید ** این چنین ناگنج را گنجا کنید
- Bu şikâyet, bu sızlanma yüzünden sesinin çirkinliği kalmadı. Halkın hepsi ona acımaya başladı. 2000
- زشتی آواز کم شد زین گله ** خلق شد بر وی به رحمت یک دله
- Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesini güzelleştirdi, sesindeki çirkinlik gitti.
- کرد نیکو چون بگفت او راز را ** لطف آواز دلش آواز را
- Fakat birisinin gönül sesi de çirkin olursa o adamda üç ebedî körlük vardır.
- و انکه آواز دلش هم بد بود ** آن سه کوری دوری سرمد بود
- Fakat sebepsiz illetsiz hacetleri reva edenler, olabilir ki onun çirkin başına bir el korlar.
- لیک وهابان که بیعلت دهند ** بو که دستی بر سر زشتش نهند
- O dilencinin sesi hoş ve acınacak hale gelince taş yüreklilerin yüreği bile muma döndü.
- چون که آوازش خوش و مظلوم شد ** زو دل سنگین دلان چون موم شد
- Kâfirin sesi çirkin olduğundan icabete eş olamaz. 2005
- نالهی کافر چو زشت است و شهیق ** ز آن نمیگردد اجابت را رفیق
- “Susun” emri, kötü ses hakkındadır. Çünkü o ses, halkın kanından köpek gibi sarhoş olmuştur.
- اخسؤا بر زشت آواز آمده ست ** کاو ز خون خلق چون سگ بود مست
- Ayının feryadı bile acındıracak bir ses olur da senin feryadın olmazsa bu çok kötü bir şeydir!
- چون که نالهی خرس رحمت کش بود ** نالهات نبود چنین ناخوش بود
- Bil ki sen Yusuf’a kurtluk etmişsin yahut bir suçsuzun kanını içmişsin.
- دان که با یوسف تو گرگی کردهای ** یا ز خون بیگناهی خوردهای
- Tövbe et içtiğini kus. Eğer yara eskidiyse yürü, dağla!
- توبه کن و ز خورده استفراغ کن ** ور جراحت کهنه شد رو داغ کن
- Ayıyla, onun vefakârlığına güvenen ahmağın hikâyesi
- تتمهی حکایت خرس و آن ابله که بر وفای او اعتماد کرده بود
- Ayı, ejderhadan kurtulup o babayiğit erden o keremi görünce, 2010
- خرس هم از اژدها چون وارهید ** و آن کرم ز آن مرد مردانه بدید
- Eshâb- Kehf’in köpeği gibi onun peşine takıldı.
- چون سگ اصحاب کهف آن خرس زار ** شد ملازم در پی آن بردبار
- O Müslüman, hastalanıp yastığa baş koyunca da ayı, ona bağlanmış, gönül vermiş olduğundan bırakmadı, başın da beklemeye başladı.
- آن مسلمان سر نهاد از خستگی ** خرس حارس گشت از دل بستگی
- Birisi oradan geçerken “ Halin nasıl? Kardeş, bu ayıyla ne işin var” dedi.
- آن یکی بگذشت و گفتش حال چیست ** ای برادر مر ترا این خرس کیست
- Er, ejderha hikâyesini nakletti. O adam “ Ayıya güvenme be ahmak.
- قصه واگفت و حدیث اژدها ** گفت بر خرسی منه دل ابلها