English    Türkçe    فارسی   

2
2133-2182

  • Mademki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma.
  • چون که بی‏سوگند گفتش بد دروغ ** تو میفت از مکر و سوگندش به دوغ‏
  • Onun nefsi beydir, aklı esir.. farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmiş olsun!
  • نفس او میر است و عقل او اسیر ** صد هزاران مصحفش خود خورده‏گیر
  • Mademki yeminsiz ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar. 2135
  • چون که بی‏سوگند پیمان بشکند ** گر خورد سوگند هم آن بشکند
  • Çünkü nefsi, ağır yeminle bağlanan nefis, bundan daha ziyade daralır, perişan olur.
  • ز آن که نفس آشفته‏تر گردد از آن ** که کنی بندش به سوگند گران‏
  • Bu, bir esirin hâkimi bağlanmasına benzer. Hâkim o bağı koparır, o bağdan kurtulur.
  • چون اسیری بند بر حاکم نهد ** حاکم آن را بر درد بیرون جهد
  • Kızgınlıkla o bağı, kölesinin kafasına fırlatıp atar. Nefis de o yemini, kendisine esir olan adamın suratına vurur.
  • بر سرش کوبد ز خشم آن بند را ** می‏زند بر روی او سوگند را
  • Sen onun “Ahitlerinize vefa edin” hükmünden el yıka. “ Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun” hükmünü ona söyleme.
  • تو ز اوفوا بالعقودش دست شو ** احفظوا أیمانکم با او مگو
  • Kiminle ahdettiğini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur. 2140
  • و آن که حق را ساخت در پیمان سند ** تن کند چون تار و گرد او تند
  • Mustafa Aleyhisselâm’ın bir hasta sahabenin hatırını sormaya gitmesi, hasta halini, hatırını sormasının faydası
  • رفتن مصطفی علیه السلام به عیادت صحابی و بیان فایده عیادت‏
  • Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi.
  • از صحابه خواجه‏ای بیمار شد ** و اندر آن بیماریش چون تار شد
  • Mustafa halini, hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamber’in huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti.
  • مصطفی آمد عیادت سوی او ** چون همه لطف و کرم بد خوی او
  • Hastanın halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır.
  • در عیادت رفتن تو فایده است ** فایده آن باز با تو عایده است‏
  • Birinci faydası şudur; O hasta adam, bir kutup, bir ulu şah olabilir.
  • فایده اول که آن شخص علیل ** بوک قطبی باشد و شاه جلیل‏
  • Mademki inatçı adam, gönlünün iki gözü de yok, odunu ödağacından ayırt edemezsin. 2145
  • ور نباشد قطب یار ره بود ** شه نباشد فارس اسپه بود
  • Âlemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma. Yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme.
  • پس صله یاران ره لازم شمار ** هر که باشد گر پیاده گر سوار
  • Her dervişe ne olur, ne olmaz diye mülâzemette bulunadır, bir nişane buldun mu da artık onun etrafında adamakıllı dön, dolaş!
  • ور عدو باشد همین احسان نکوست ** که به احسان بس عدو گشته است دوست‏
  • Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san!
  • ور نگردد دوست کینش کم شود ** ز آن که احسان کینه را مرهم شود
  • Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile bir atlı askerdir.
  • بس فواید هست غیر این و لیک ** از درازی خایفم ای یار نیک‏
  • Kim olursa olsun, ister yaya, ister atlı, yol dostlarıyla buluşmayı, onların halini sormayı, hatırlarını ele almayı lâzım bil. 2150
  • حاصل این آمد که یار جمع باش ** هم چو بتگر از حجر یاری تراش‏
  • Hatta o adam, düşman bile olsa yine ihsan iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur.
  • ز آن که انبوهی و جمع کاروان ** ره زنان را بشکند پشت و سنان‏
  • Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak, kine âdeta merhemdir.
  • چون دو چشم دل نداری ای عنود ** که نمی‏دانی تو هیزم را ز عود
  • Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.
  • چون که گنجی هست در عالم مرنج ** هیچ ویران را مدان خالی ز گنج‏
  • Sözün hülâsası şu: Topluluğa dost ol. Hatta bir dost bulamazsan put yapan Amad gibi taştan bir dost yont, onu sev!
  • قصد هر درویش می‏کن از گزاف ** چون نشان یابی بجد می‏کن طواف‏
  • Zira kalabalık ve kervan halkının çokluğu yol vurucuların belini kırar, onları kahreder. 2155
  • چون تو را آن چشم باطن بین نبود ** گنج می‏پندار اندر هر وجود
  • Ulu Tanrı’nın Musa Aleyhisselâm’a “Niçin hastalığımda benim halimi, hatırımı sormağa gelmedin?” diye vahyetmesi
  • وحی کردن حق تعالی به موسی علیه السلام که چرا به عیادت من نیامدی‏
  • Tanrı’dan Musa’ya şu hitap geldi: “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören!
  • آمد از حق سوی موسی این عتاب ** کای طلوع ماه دیده تو ز جیب‏
  • Seni Tanrılık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Tanrı’yım, hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?”
  • مشرقت کردم ز نور ایزدی ** من حقم رنجور گشتم نامدی‏
  • Musa, “Tanrı” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remizdir, Yarabbi, bunu bildir” dedi.
  • گفت سبحانا تو پاکی از زیان ** این چه رمز است این بکن یا رب بیان‏
  • Bunun üzerine Tanrı, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu.
  • باز فرمودش که در رنجوریم ** چون نپرسیدی تو از روی کرم‏
  • Musa, “Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi. 2160
  • گفت یا رب نیست نقصانی تو را ** عقل گم شد این سخن را بر گشا
  • Tanrı, “Evet, has ve seçilmiş bir kulun hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.
  • گفت آری بنده خاص گزین ** گشت رنجور او منم نیکو ببین‏
  • Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır” buyurdu.
  • هست معذوریش معذوری من ** هست رنجوریش رنجوری من‏
  • Tanrı ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun.
  • هر که خواهد همنشینی خدا ** تا نشیند در حضور اولیا
  • Velilerin huzurundan kesilirsen helâk oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün.
  • از حضور اولیا گر بسکلی ** تو هلاکی ز آن که جزوی بی‏کلی‏
  • Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider. 2165
  • هر که را دیو از کریمان وابرد ** بی‏کسش یابد سرش را او خورد
  • Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki Şeytan’ın hilesinden ibarettir.
  • یک بدست از جمع رفتن یک زمان ** مکر دیو است بشنو و نیکو بدان‏
  • Bağcının, sofi, fakîh ve alevîyi birbirinden ayırıp yalnız bırakması
  • تنها کردن باغبان صوفی و فقیه و علوی را از همدیگر
  • Bir bahçıvan, bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü.
  • باغبانی چون نظر در باغ کرد ** دید چون دزدان به باغ خود سه مرد
  • Bu üç kişinin birisi bir fakîh, birisi bir şerif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.
  • یک فقیه و یک شریف و صوفیی ** هر یکی شوخی بدی لایوفیی‏
  • Bahçıvan, kendi kendine “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,
  • گفت با اینها مرا صد حجت است ** لیک جمع‏اند و جماعت قوت است‏
  • Tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem, Önce onları birbirinden ayırmak lâzım. 2170
  • بر نیایم یک تنه با سه نفر ** پس ببرمشان نخست از همدگر
  • Her birisini, öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer, birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi.
  • هر یکی را من به سویی افکنم ** چون که تنها شد سبیلش بر کنم‏
  • Hile edip arkadaşlarıyla arasını açmak üzere önce sofiyi yola vurdu.
  • حیله کرد و کرد صوفی را به راه ** تا کند یارانش را با او تباه‏
  • Sofi gidince öbür iki arkadaşıyla yalnız kaldı.
  • گفت صوفی را برو سوی وثاق ** یک گلیم آور برای این رفاق‏
  • Sofiye “Eve git, bu arkadaşlar için bir kilim getir” dedi. Fakîhe “Sen fakîhsin, bu da ünlü bir şerif.
  • رفت صوفی گفت خلوت با دو یار ** تو فقیهی وین شریف نامدار
  • Biz, senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız. 2175
  • ما به فتوی تو نانی می‏خوریم ** ما به پر دانش تو می‏پریم‏
  • Bu da bizim şehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
  • وین دگر شه زاده و سلطان ماست ** سید است از خاندان مصطفاست‏
  • Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor.
  • کیست آن صوفی شکم خوار خسیس ** تا بود با چون شما شاهان جلیس‏
  • Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
  • چون بیاید مر و را پنبه کنید ** هفته‏ای بر باغ و راغ من زنید
  • Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin. Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi.
  • باغ چه بود جان من آن شماست ** ای شما بوده مرا چون چشم راست‏
  • Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadaştan ayrılmamak gerek. 2180
  • وسوسه کرد و مر ایشان را فریفت ** آه کز یاران نمی‏باید شکیفت‏
  • Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından seğirtti.
  • چون به ره کردند صوفی را و رفت ** خصم شد اندر پیش با چوب زفت‏
  • Dedi ki: “Ey köpek sofi, demek sen cüret edip benim bağıma giriyorsun ha!
  • گفت ای سگ صوفیی باشد که تیز ** اندر آیی باغ ما تو از ستیز