- Bu da bizim şehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
- وین دگر شه زاده و سلطان ماست ** سید است از خاندان مصطفاست
- Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor.
- کیست آن صوفی شکم خوار خسیس ** تا بود با چون شما شاهان جلیس
- Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
- چون بیاید مر و را پنبه کنید ** هفتهای بر باغ و راغ من زنید
- Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin. Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi.
- باغ چه بود جان من آن شماست ** ای شما بوده مرا چون چشم راست
- Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadaştan ayrılmamak gerek. 2180
- وسوسه کرد و مر ایشان را فریفت ** آه کز یاران نمیباید شکیفت
- Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından seğirtti.
- چون به ره کردند صوفی را و رفت ** خصم شد اندر پیش با چوب زفت
- Dedi ki: “Ey köpek sofi, demek sen cüret edip benim bağıma giriyorsun ha!
- گفت ای سگ صوفیی باشد که تیز ** اندر آیی باغ ما تو از ستیز
- Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana hangi şeyhin, hangi pirinden kaldı?
- این جنیدت ره نمود و بایزید ** از کدامین شیخ و پیرت این رسید
- Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, âdeta yarı canlı bir hale koydu, başını yardı.
- کوفت صوفی را چو تنها یافتش ** نیم کشتش کرد و سر بشکافتش
- Sofi “benim nöbetim geçti. Fakat arkadaşlar, bir iyice sıranızı gözetin. 2185
- گفت صوفی آن من بگذشت لیک ** ای رفیقان پاس خود دارید نیک
- Beni ağyar bildiniz. Fakat bilin ki bu kaltabandan daha ağyar değilim.
- مر مرا اغیار دانستید هان ** نیستم اغیارتر زین قلتبان
- Benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet, her aşağılık kişiye lâyıktır.
- این چه من خوردم شما را خوردنی است ** وین چنین شربت جزای هر دنی است
- Bu âlem dağdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir” dedi.
- این جهان کوه است و گفتوگوی تو ** از صدا هم باز آید سوی تو
- Bahçıvan sofiden kurtulunca yine o çeşit bir bahane kurdu.
- چون ز صوفی گشت فارغ باغبان ** یک بهانه کرد ز آن پس جنس آن
- Şerife “Ey şerif, eve git de kuşluk öğünü için, yufka ekmeği pişirmiştim, 2190
- کای شریف من برو سوی وثاق ** که ز بهر چاشت پختم من رقاق
- Evin kapısını vur.K aymaz’a söyle, o yufka ekmeğiyle kazı getirsin” dedi.
- بر در خانه بگو قیماز را ** تا بیارد آن رقاق و قاز را
- Şerif gidince, fakîhe dedi ki: “Ey işi yerinde, güneş görmüş her şeyi anlar bilir adam, den fakihsin, bu meydanda.
- چون به ره کردش بگفت ای تیز بین ** تو فقیهی ظاهر است این و یقین
- O şerif, manasız bir iddiada bulunuyor. Anasının ne iş ettiğini kim bilir ki?
- او شریفی میکند دعوی سرد ** مادر او را که داند تا که کرد
- Karıya ve karı işine gönül bağlıyor, hem kadınlar nâkıs akıllıdır diyor, hem de onlara itimat edemiyorsunuz.
- بر زن و بر فعل زن دل مینهید ** عقل ناقص و آن گهانی اعتماد
- Zamanede nice ahmaklar, Ali’ye Peygambere nispet iddia ederler.” 2195
- خویشتن را بر علی و بر نبی ** بسته است اندر زمانه بس غبی
- Zinadan ve zina edicilerden olan herkes, Tanrı mensupları için işte bu zanda bulunur.
- هر که باشد از زنا و زانیان ** این برد ظن در حق ربانیان
- Dönen ve bu yüzden başı dönmüş olan kişi elbette evi de kendisi gibi döner görür.
- هر که بر گردد سرش از چرخها ** همچو خود گردنده بیند خانه را
- O edepsiz bahçıvanın söylediği sözler, kendi haliydi. Evlâdı Resulden o işler, uzaktır.
- آن چه گفت آن باغبان بو الفضول ** حال او بد، دور از اولاد رسول
- O bahçıvan mürtetlerin dölü olmasaydı Peygamber hanedanı hakkında böyle söyler miydi?
- گر نبودی او نتیجه مرتدان ** کی چنین گفتی برای خاندان
- Afsunlar okudu, fakîh de bunları dinledi. Bunun üzerine o sitemkâr fakîh şerifin ardından gidip, 2200
- خواند افسونها شنید آن را فقیه ** در پیش رفت آن ستمکار سفیه
- “Ey eşek, bu bağa seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamberden mi miras kaldı?
- گفت ای خر اندر این باغت که خواند ** دزدی از پیغمبرت میراث ماند
- Aslan yavrusu, aslana benzer, sen söyle bakayım, Peygambere ne yüzden benziyorsun?” dedi.
- شیر را بچه همیماند بدو ** تو به پیغمبر به چه مانی بگو
- O zalim herif, şerife, Haricî Âl-i Yâsîn’e ne yaparsa onu yaptı.
- با شریف آن کرد مرد ملتجی ** که کند با آل یاسین خارجی
- Hatta şeytan ve gul, Âl-i Resul’e Yezid ve Şimir gibi nasıl kin tutarlarsa o da öyle kin tuttu, öcünü aldı.
- تا چه کین دارند دایم دیو و غول ** چون یزید و شمر با آل رسول
- Şerif, o zâlimin zulmünden harap oldu, fakîhe “Ben sudan çıktım. 2205
- شد شریف از زخم آن ظالم خراب ** با فقیه او گفت ما جستیم از آب
- Ayağını tetik bas, şimdi yapayalnız kaldın. Davula benze, boyuna karnına tokmak ye!
- پای دار اکنون که ماندی فرد و کم ** چون دهل شو زخم میخور بر شکم
- Şerifliğimi bir tarafa bırak. Hatta tut ki arkadaşlığa da lâyık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir zalimden de aşağı değilim ya” dedi.
- گر شریف و لایق و هم دم نیام ** از چنین ظالم تو را من کم نیام
- Bahçıvan ondan da kurtulup fakîhe geldi ve dedi ki: “Ey fakîh! Ne fakîhi, ey her sefih kişinin bile arlandığı herif!
- شد از او فارغ بیامد کای فقیه ** چه فقیهی ای تو ننگ هر سفیه
- Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin?
- فتویات این است ای ببریده دست ** کاندر آیی و نگویی امر هست
- Böyle bir ruhsatı Vasît’temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit’te mi var?” 2210
- این چنین رخصت بخواندی در وسیط ** یا بدست این مسئله اندر محیط
- Fakîh “Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyığı budur” dedi.
- گفت حق استت بزن دستت رسید ** این سزای آن که از یاران برید
- Hastanın ve Peygamber Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’in hasta sahabeyi dolaşıp hatırını sorması hikâyesine dönüş
- رجعت به قصه مریض و عیادت پیغامبر علیه السلام
- Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik, bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur.
- این عیادت از برای این صله است ** وین صله از صد محبت حامله است
- Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya, hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü.
- در عیادت شد رسول بیندید ** آن صحابی را به حال نزع دید
- Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Tanrı’dan uzaklaşırsın.
- چون شوی دور از حضور اولیا ** در حقیقت گشتهای دور از خدا
- Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. 2215
- چون نتیجه هجر همراهان غم است ** کی فراق روی شاهان ز آن کم است
- Her an durma, padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin.
- سایه شاهان طلب هر دم شتاب ** تا شوی ز آن سایه بهتر ز آفتاب
- Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
- گر سفر داری بدین نیت برو ** ور حضر باشد از این غافل مشو
- Bir şeyhin Ebu Yezid’e “Kâbe benim, benim etrafımda tavaf et” demesi
- گفتن شیخی بایزید را که کعبه منم گرد من طوافی میکن
- Ümmet Şeyhi Bayezid, hac ve umre için yola düşmüş, Mekke’ye doğru koşa, koşa gidiyordu.
- سوی مکه شیخ امت بایزید ** از برای حج و عمره میدوید
- Hangi şehre varıyorsa önce o şehirdeki azizleri arıyor,
- او به هر شهری که رفتی از نخست ** مر عزیزان را بکردی باز جست
- Bu şehirde basiret sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolaşıp araştırıyordu. 2220
- گرد میگشتی که اندر شهر کیست ** کاو بر ارکان بصیرت متکیاست
- Tanrı, “Sefer esnasında nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi.
- گفت حق اندر سفر هر جا روی ** باید اول طالب مردی شوی
- Hazine elde etmeye çalış, çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
- قصد گنجی کن که این سود و زیان ** در تبع آید تو آن را فرع دان
- Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
- هر که کارد قصد گندم باشدش ** کاه خود اندر تبع میآیدش
- Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!
- که بکاری بر نیاید گندمی ** مردمی جو مردمی جو مردمی
- Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün. 2225
- قصد کعبه کن چو وقت حج بود ** چون که رفتی مکه هم دیده شود