English    Türkçe    فارسی   

2
2247-2296

  • Beni gördün ya, bil ki Tanrı’yı gördün; doğruluk Kâbe’sinin, hakikî Kâbe’nin etrafında tavaf ettin.
  • چون مرا دیدی خدا را دیده‏ای ** گرد کعبه‏ی صدق بر گردیده‏ای‏
  • Bana hizmet, Tanrıya itaat etmek, onu övmektir. Sakın Hakkı benden ayrı sanma.
  • خدمت من طاعت و حمد خداست ** تا نپنداری که حق از من جداست‏
  • Gözünü iyi aç da bana öyle bak ki beşerde Tanrı nurunu göresin” dedi.
  • چشم نیکو باز کن در من نگر ** تا ببینی نور حق اندر بشر
  • Bayezid, o nükteleri dinledi, altın bir küpe gibi kulağına taktı. 2250
  • بایزید آن نکته‏ها را هوش داشت ** همچو زرین حلقه‏اش در گوش داشت‏
  • Bu yüzden derecesi yükseldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erişmiş olan Bayezid, artık ondan sonra bir son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı.
  • آمد از وی بایزید اندر مزید ** منتهی در منتها آخر رسید
  • Peygamber’in o şahsın hastalandığına, duada küstahlık etmesinin sebep olduğunu bildirmesi
  • دانستن پیغامبر صلی الله علیه و آله که سبب رنجوری آن شخص گستاخی بوده است در دعا
  • Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakikî dosta iltifatlarda bulundu.
  • چون پیمبر دید آن بیمار را ** خوش نوازش کرد یار غار را
  • Adam, Peygamber’i görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı.
  • زنده شد او چون پیمبر را بدید ** گوییا آن دم مر او را آفرید
  • Sahabe, “ astalık beni bu bahta eriştirdi; bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi.
  • گفت بیماری مرا این بخت داد ** کامد این سلطان بر من بامداد
  • Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim. 2255
  • تا مرا صحت رسید و عاقبت ** از قدوم این شه بی‏حاشیت‏
  • Ne güzel, ne mübarek ağrı, sızı. Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu!
  • ای خجسته رنج و بیماری و تب ** ای مبارک درد و بیداری شب‏
  • İşte Tanrı bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi.
  • نک مرا در پیری از لطف و کرم ** حق چنین رنجوریی داد و سقم‏
  • Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı.
  • درد پشتم داد هم تا من ز خواب ** بر جهم هر نیم شب لا بد شتاب‏
  • Bütün gece manda gibi uyumayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti.
  • تا نخسبم جمله شب چون گاومیش ** دردها بخشید حق از لطف خویش‏
  • Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukût etti” dedi. 2260
  • زین شکست آن رحم شاهان جوش کرد ** دوزخ از تهدید من خاموش کرد
  • Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.
  • رنج گنج آمد که رحمتها در اوست ** مغز تازه شد چو بخراشید پوست‏
  • Kardeş, karanlık yere, soğuğa, gama, kırıklığa ve hastalığa sabretmek,
  • ای برادر موضع تاریک و سرد ** صبر کردن بر غم و سستی و درد
  • Âbıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır.
  • چشمه‏ی حیوان و جام مستی است ** کان بلندیها همه در پستی است‏
  • Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda. Kaçma ondan!
  • آن بهاران مضمر است اندر خزان ** در بهار است آن خزان مگریز از آن‏
  • Gama yoldaş o, vahşetle ünsiyet kesbet. Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur! 2265
  • همره غم باش و با وحشت بساز ** می‏طلب در مرگ خود عمر دراز
  • Nefsinin “Bu kötü” dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır.
  • آن چه گوید نفس تو کاینجا بد است ** مشنوش چون کار او ضد آمده ست‏
  • Onun dediğinin zıddını yap. Âlemde peygamberlerin de vasiyetleri böyledir.
  • تو خلافش کن که از پیغمبران ** این چنین آمد وصیت در جهان‏
  • Sonun da az pişman olasın diye yapacağın işlerde müşaverede bulunmak aciptir.
  • مشورت در کارها واجب شود ** تا پشیمانی در آخر کم بود
  • Ümmet “Kiminle meşveret edelim?” dediler de, peygamberler “ Mukteda olan akılla” diye cevap verdiler.
  • گفت امت مشورت با کی کنیم ** انبیا گفتند با عقل امیم‏
  • Hatta soran adam “İyi ama ya hiçbir tedbiri, isabetli aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?” deyince, 2270
  • گفت گر کودک در آید یا زنی ** کاو ندارد عقل و رای روشنی‏
  • Peygamber, “ Onunla da meşverette bulun, fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git” dedi.
  • گفت با او مشورت کن و انچه گفت ** تو خلاف آن کن و در راه افت‏
  • Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın cüzüdür, nefsinse şerrin küllü!
  • نفس خود را زن شناس از زن بتر ** ز انکه زن جزوی است نفست کل شر
  • Nefsinle meşveret edersen o aşağılığın dediğine uyma, aksini yap;
  • مشورت با نفس خود گر می‏کنی ** هر چه گوید کن خلاف آن دنی‏
  • Hatta sana namaz kıl, oruç tut diye emretse bile, nefis hilecidir, o emriyle bile sana bir hile kuracaktır.
  • گر نماز و روزه می‏فرمایدت ** نفس مکار است مکری زایدت‏
  • Yapacağın işte nefsinle meşveret etmek ve ne derse aksini yapmak kemaldir. 2275
  • مشورت با نفس خویش اندر فعال ** هر چه گوید عکس آن باشد کمال‏
  • Onunla başa çıkamaz, onun inadına karşı koyamazsın. Yürü, bir dost kazan, onunla uzlaş!
  • بر نیایی با وی و استیز او ** رو بر یاری بگیر آمیز او
  • Akıl, başka bir akıldan kuvvet bulur. Şeker kamışı, şeker kamışından kemal kazanır.
  • عقل قوت گیرد از عقل دگر ** نی شکر کامل شود از نیشکر
  • Ben, nefsimin hilesinden neler gördüm neler. Sihriyle akıl ve temyizi bile giderir!
  • من ز مکر نفس دیدم چیزها ** کاو برد از سحر خود تمییزها
  • Sana yeniden yeniye vaatlerde bulunur da binlerce kere bozar.
  • وعده‏ها بدهد ترا تازه به دست ** که هزاران بار آنها را شکست‏
  • Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mâni olur; 2280
  • عمر اگر صد سال خود مهلت دهد ** اوت هر روزی بهانه‏ی نو نهد
  • Soğuk vaatleri sıcak bir surette söyler. O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar.
  • گرم گوید وعده‏های سرد را ** جادویی مردی ببندد مرد را
  • Ey hak ziyası Hüsamettin, gel. Bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor.
  • ای ضیاء الحق حسام الدین بیا ** که نروید بی‏تو از شوره گیا
  • Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.
  • از فلک آویخته شد پرده‏ای ** از پی نفرین دل آزرده‏ای‏
  • Bu kazaya yapılacak ilâcı yine kaza bilir. Halkın aklı kazaya pek şaşkındır.
  • این قضا را هم قضا داند علاج ** عقل خلقان در قضا گیج است گیج‏
  • Yola düşmüş bir kurt gibi olan o karayılan, ejderha kesilmiştir. 2285
  • اژدها گشته ست آن مار سیاه ** آن که کرمی بود افتاده به راه‏
  • Fakat ejderha da, yılan da senin elinde asâ kesilir, ey Musa’nın canını bile sarhoş eden, ey Musa’yı bile kendisinden geçiren!
  • اژدها و مار اندر دست تو ** شد عصا ای جان موسی مست تو
  • Tanrı, sana “ Onu al, korkma, ejderha elinde asâ haline gelecek” hükmünü vermiştir.
  • حکم خذها لا تخف دادت خدا ** تا به دستت اژدها گردد عصا
  • Ey padişah, haydi, Yedi Beyzâyı göster. Kara gecelerden yepyeni bir sabah meydana getir.
  • هین ید بیضا نما ای پادشاه ** صبح نو بگشا ز شبهای سیاه‏
  • Bir cehennem yandı, alevlendi. Ona üfür ey nefesi, denizin nefesinden üstün ve artık olan!
  • دوزخی افروخت در وی دم فسون ** ای دم تو از دم دریا فزون‏
  • Deniz, hilebazdır, sana bir köpük gösterir; cehennemdir, sana bir hararet izhar eder. 2290
  • بحر مکار است بنموده کفی ** دوزخ است از مکر بنموده تفی‏
  • Onun için de gözüne ehemmiyetsiz görünür, bu suretle onu zebun görürsün, hışmın tepreşir.
  • ز آن نماید مختصر در چشم تو ** تا زبون بینیش جنبد خشم تو
  • Nitekim kalabalık askerde Peygamberin gözüne pek az göründü.
  • همچنان که لشکر انبوه بود ** مر پیمبر را به چشم اندک نمود
  • De Peygamber, tehlike görmeksizin onlara hücum etti. Eğer fazla görseydi çekinirdi.
  • تا بر ایشان زد پیمبر بی‏خطر ** ور فزون دیدی از آن کردی حذر
  • Ey Ahmet o bir inayetti ve sen onun ehliydin. Yoksa gönlün kötüleşir bozulurdu.
  • آن عنایت بود و اهل آن بدی ** احمدا ور نه تو بد دل می‏شدی‏
  • Tanrı, o zâhiri ve bâtınî savaşı ona da ehemmiyetsiz gösterdi, eshabına da. 2295
  • کم نمود او را و اصحاب و را ** آن جهاد ظاهر وباطن خدا
  • Bu suretle de kolay şeyi ona kolaylaştırdı, güçten de artık yüz çevirmez oldu.
  • تا میسر کرد یسری را بر او ** تا ز عسری او بگردانید رو