English    Türkçe    فارسی   

2
2303-2352

  • O iş sana bir saman çöpü gibi görünür. Hemencecik onu üfler, yerinden uçururum sanırsın.
  • کاه برگی می‏نماید تا تو زود ** پف کنی کاو را برانی از وجود
  • Hâlbuki kendine gel, o saman çöpü, dağları bile yerinden söker. Onun yüzünden âlem ağlamaktadır, o ise gülmekte!
  • هین که آن که کوهها بر کنده است ** زو جهان گریان و او در خنده است‏
  • Bu ırmak suyunun dibindeki topuk da görünür ama Uc-ibn-i Unuk gibi yüzlercesi onda boğulup gitmiştir! 2305
  • می‏نماید تا به کعب این آب جو ** صد چو عاج ابن عنق شد غرق او
  • Kan dalgası, misk tepesi, deniz gibi, kuru toprak görünür.
  • می‏نماید موج خونش تل مشک ** می‏نماید قعر دریا خاک خشک‏
  • Kör Firavun da o denizi kuru gördü de erlik gösterip içine at sürdü.
  • خشک دید آن بحر را فرعون کور ** تا در او راند از سر مردی و زور
  • Fakat içine dalınca denizin dibini boyladı. Firavun’un gözü nasıl olur da görür?
  • چون در آید در تگ دریا بود ** دیده‏ی فرعون کی بینا بود
  • Göz Tanrı yüzüyle görür. Hak, nerede her ahmağın sırdaşı olacak?
  • دیده بینا از لقای حق شود ** حق کجا هم راز هر احمق شود
  • Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir! 2310
  • قند بیند خود شود زهر قتول ** راه بیند خود بود آن بانگ غول‏
  • Ey felek, âhır zaman fitnelerine pek sıkı sarıldın, nihayet bir an mühlet ver!
  • ای فلک در فتنه‏ی آخر زمان ** تیز می‏گردی بده آخر زمان‏
  • Sen, bizim kastımıza çekilmiş keskin bir hançersin; bizi hacamat etmek için zehirli bir hacamat aletisin.
  • خنجر تیزی تو اندر قصد ما ** نیش زهر آلوده‏ای در فصد ما
  • Ey felek, Tanrı’nın merhametinden merhamet öğren. Yılan gibi, karıncaların gönlünü yaralama!
  • ای فلک از رحم حق آموز رحم ** بر دل موران مزن چون مار زخم‏
  • Bu yapının üstünde senin çarkını döndüren hakkı için.
  • حق آن که چرخه‏ی چرخ ترا ** کرد گردان بر فراز این سرا
  • Kökümüzü söküp çıkarmadan biraz da başka türlü dön, merhamete gel. 2315
  • که دگرگون گردی و رحمت کنی ** پیش از آن که بیخ ما را بر کنی‏
  • Emriyle önce dadılığımızı yaptığın, fidanımızı sudan, topraktan bitirdiğin Tanrı hakkı için;
  • حق آن که دایگی کردی نخست ** تا نهال ما ز آب و خاک رست‏
  • Seni sâf yaratan, sen de bu kadar meşaleler meydana getiren padişah hakkı için.
  • حق آن شه که ترا صاف آفرید ** کرد چندان مشعله در تو پدید
  • O seni o kadar mamur ve baki bir hale soktu ki, Dehrî, nihayet senin evveline evvel yok sandı.
  • آن چنان معمور و باقی داشتت ** تا که دهری از ازل پنداشتت‏
  • Şükür olsun ki senin evvelini bildik. Peygamberler sırrını söyledi.
  • شکر دانستیم آغاز ترا ** انبیا گفتند آن راز ترا
  • İnsan olan bilir ki o, sonradan yapılmalıdır. Fakat evde ağ kuran örümcek ne bilsin! 2320
  • آدمی داند که خانه حادث است ** عنکبوتی نه که در وی عابث است‏
  • Sivrisinek ne bilir, bu bağ kimin? Baharın doğar, kışın ölür.
  • پشه کی داند که این باغ از کی است ** کاو بهاران زاد و مرگش در دی است‏
  • Tahta içinde sınık bir halde doğan kurt, tahtanın fidanlık halini bilir mi?
  • کرم کاندر چوب زاید سست حال ** کی بداند چوب را وقت نهال‏
  • Bilse bilse o vakit mahiyeti itibariyle akıl sahibi olur, isterse sureti kurt olsun.
  • ور بداند کرم از ماهیتش ** عقل باشد کرم باشد صورتش‏
  • Akıl, kendini renk, renk, çeşit, çeşit gösterir, ama peri gibi o suretlerden fersahlarca uzaktır.
  • عقل خود را می‏نماید رنگها ** چون پری دور است از آن فرسنگ‏ها
  • Hatta peri de nedir ki? Melekten bile üstündür. Fakat sen sinek kanatlısın da onun için aşağılarda uçuyorsun. 2325
  • از ملک بالاست چه جای پری ** تو مگس پری به پستی می‏پری‏
  • Gerçi aklın, seni yüceliklere çekmekte; ama taklit kurşun aşağılıklarda yayılmakta.
  • گر چه عقلت سوی بالا می‏پرد ** مرغ تقلیدت به پستی می‏چرد
  • Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.
  • علم تقلیدی وبال جان ماست ** عاریه ست و ما نشسته کان ماست‏
  • Bu çeşit akıldansa cahil olmak daha iyi. Deliliğe vurmak daha yeğ!
  • زین خرد جاهل همی باید شدن ** دست در دیوانگی باید زدن‏
  • Faydanı nede görüyorsan ondan kaç. Zehir iç, Âbıhayatı dök!
  • هر چه بینی سود خود ز آن می‏گریز ** زهر نوش و آب حیوان را بریز
  • Seni öveni söv, kazancını, sermayeni müflise borç ver! 2330
  • هر که بستاند ترا دشنام ده ** سود و سرمایه به مفلس وام ده‏
  • Eminliği bırak, korku yerine var. Namusu terk et, apaçık rüsvay ol!
  • ایمنی بگذار و جای خوف باش ** بگذر از ناموس و رسوا باش و فاش‏
  • Ben uzun uzadıya ilerisini düşünen aklı denedim. Bundan böyle divaneliğe vuracağım!
  • آزمودم عقل دور اندیش را ** بعد از این دیوانه سازم خویش را
  • Seyyid’in “Niçin orospuyu aldın?” demesi üzerine Delkak’ın mazereti
  • عذر گفتن دلقک با سید که چرا فاحشه را نکاح کرد
  • Seyyid-i Ecel, bir gece Delkak’a “Hemencecik bir orospuyu neden aldın?
  • گفت با دلقک شبی سید اجل ** قحبه‏ای را خواستی تو از عجل‏
  • Bunu bana söylemeliydin. Sana namuslu bir kız alırdık” dedi.
  • با من این را باز می‏بایست گفت ** تا یکی مستور کردیمیت جفت‏
  • Delkak “Dokuz tane namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu. Derdimden eridim, bittim. 2335
  • گفت نه مستور صالح خواستم ** قحبه گشتند و ز غم تن کاستم‏
  • Bunun üzerine bu hiçbir işe yaramaz orospuyu aldım. Görelim bakalım, bunun sonu ne olacak?” dedi.
  • خواستم این قحبه را بی‏معرفت ** تا ببینم چون شود این عاقبت‏
  • Ben, birçok defalar aklı sınadım. Bundan sonra bir tarla arayacak, oraya delilik tohumu saçacağım!
  • عقل را من آزمودم هم بسی ** زین سپس جویم جنون را مغرسی‏
  • Birisinin kendisini deli gösteren bir uluyu hile ile söyletmesi
  • به حیلت در سخن آوردن سائل آن بزرگ را که خود را دیوانه ساخته بود
  • Birisi” Bir akıllı arıyorum, onunla meşverette bulunacağım, bir müşkülüm var, ona söyleyeceğim” dedi.
  • آن یکی می‏گفت خواهم عاقلی ** مشورت آرم بدو در مشکلی‏
  • Bu sözü duyan da “Şehrimizde kendisini deliliğe vuran birisi var, ondan başka akıllı yok.
  • آن یکی گفتش که اندر شهر ما ** نیست عاقل جز که آن مجنون‏نما
  • İşte bir sopaya binmiş, çocuklarla beraber koşup duruyor. 2340
  • بر نیی گشته سواره نک فلان ** می‏دواند در میان کودکان‏
  • Rey ve tedbir sahibi, ateş parçası gibi bir adamdır. Kadri gök gibi yüce, yıldızlar yağdırıcı bir zattır.
  • صاحب رای است و آتش پاره‏ای ** آسمان قدر است و اختر باره‏ای‏
  • Kudreti, parlaklığı, Kerrûbilere can olmuştur. O, kendisini bu divanelikte gizlemiştir.” dedi.
  • فر او کروبیان را جان شده ست ** او در این دیوانگی پنهان شده ست‏
  • Fakat her divaneyi kendine can sayma.. Sâmiri gibi buzağıya secde etme.
  • لیک هر دیوانه را جان نشمری ** سر منه گوساله را چون سامری‏
  • Bir veli sana gayb’a ait yüz binlerce şeyi, yüz binlerce sırrı apaçık söylese bile,
  • چون ولیی آشکارا با تو گفت ** صد هزاران غیب و اسرار نهفت‏
  • Sen de o anlayış, o bilgi olmadıkça yine fışkıyı ödağacından ayırt edemezsin. 2345
  • مر ترا آن فهم و آن دانش نبود ** واندانستی تو سرگین را ز عود
  • Veli, kendisine deliliği perde etti mi, ey kör, sen onu nasıl tanıyabilirsin?
  • از جنون خود را ولی چون پرده ساخت ** مر و را ای کور کی خواهی شناخت‏
  • Eğer yakîn gözün açıksa bak da her taşın altında bir erin gizli olduğunu gör!
  • گر ترا باز است آن دیده‏ی یقین ** زیر هر سنگی یکی سرهنگ بین‏
  • Yol gösterici ortada, göz önünde; her Kelîm’in bir kilime bürünmüş olduğu meydandadır.
  • پیش آن چشمی که باز و رهبر است ** هر گلیمی را کلیمی در بر است‏
  • Veliyi meşhur eden yine velidir. Veli, kime dilerse nasip verir.
  • مر ولی را هم ولی شهره کند ** هر که را او خواست با بهره کند
  • Fakat deliliğe vurdu mu kimse akıl edip de onu anlayamaz. 2350
  • کس نداند از خرد او را شناخت ** چون که او مر خویش را دیوانه ساخت‏
  • Bir hırsız, körden bir şey çaldı mı kör, onu bulabilir mi hiç?
  • چون بدزدد دزد بینایی ز کور ** هیچ یابد دزد را او در عبور
  • Hırsız, gelip ona çatsa bile kör, hırsız kimdir? Ne anlasın?
  • کور نشناسد که دزد او که بود ** گر چه خود بر وی زند دزد عنود