English    Türkçe    فارسی   

2
2357-2406

  • “Ey avcılar beyi, ey av aslanı, el senin elin (hüküm senin hükmün), benden el çek” demeye başladı.
  • کای امیر صید و ای شیر شکار ** دست دست تست دست از من بدار
  • Hakîmin biri de zaruret yüzünden eşeğin kuyruğunu ağırlamış, o kuyruğa Kerim lâkabını takmıştır.
  • کز ضرورت دم خر را آن حکیم ** کرد تعظیم و لقب دادش کریم‏
  • Kör de zora gelince köpeğe “Ey aslan, benim gibi arık birisini avlayıp da ne yapacaksın?
  • گفت او هم از ضرورت کای اسد ** از چو من لاغر شکارت چه رسد
  • Dostların çölde yaban eşeği avlamaktalar, sense mahallede kör avlıyorsun, bu ne kötü şey! 2360
  • گور می‏گیرند یارانت به دشت ** کور می‏گیری تو در کوچه به گشت‏
  • Dostların avda yaban eşeği arıyorlar, sen sokakta hile düzüp kör arıyorsun” dedi.
  • گور می‏جویند یارانت به صید ** کور می‏جویی تو در کوچه به کید
  • Bilgili köpek yaban eşeği avlar, bilgisiz köpekse köre kasteder.
  • آن سگ عالم شکار گور کرد ** وین سگ بی‏مایه قصد کور کرد
  • Köpek bile, ilim öğrenince azgınlıktan kurtulur, ormanlarda helâl hayvanlar avlar.
  • علم چون آموخت سگ رست از ضلال ** می‏کند در بیشه‏ها صید حلال‏
  • Köpek bile âlim olunca savaşta çevikleşir. Köpek bile ârif olunca Eshâb-ı Kehif’ten olur.
  • سگ چو عالم گشت شد چالاک زحف ** سگ چو عارف گشت شد ز اصحاب کهف‏
  • Köpek bile avcıları kimdir, anlar, tanır. Yarabbi, her şeyi tanıtan o nur nedir ki? 2365
  • سگ شناسا شد که میر صید کیست ** ای خدا آن نور اشناسنده چیست‏
  • Körün tanıyamaması, gözü olmadığından değildir; bu, onun bilgisizlikten sarhoş olması yüzündendir.
  • کور نشناسد نه از بی‏چشمی است ** بلکه این ز آن است کز جهل است مست‏
  • Kör, bu yeryüzünden de daha gözsüz değil ya! Hâlbuki bu yer bile Tanrı inayetiyle düşmanı tanıdı!
  • نیست خود بی‏چشم تر کور از زمین ** این زمین از فضل حق شد خصم بین‏
  • Musa’nın nurunu gördü, ona iltifat etti, Karun’u ise tanıdı yere geçirdi.
  • نور موسی دید و موسی را نواخت ** خسف قارون کرد و قارون را شناخت‏
  • Benlikte bulunan her kişiyi helâk etti, Tanrının “ Ya ard ublai” emrini anladı.
  • رجف کرد اندر هلاک هر دعی ** فهم کرد از حق که یا أرض ابلعی‏
  • Toprak su, yer ve kıvılcımlı ateş, bizimle her şeyden habersiz fakat Tanrı ile her şeyden haberdardırlar. 2370
  • خاک و آب و باد و نار با شرر ** بی‏خبر با ما و با حق با خبر
  • Bizim ise onun aksine Hak’tan gayrı her şeyden haberimiz var da Hak’tan haberimiz yoktur. Tehditçilerden bihaberiz!
  • ما بعکس آن ز غیر حق خبیر ** بی‏خبر از حق و از چندین نذیر
  • Hülâsa onların hepsi Tanrı emanetini yüklenmekten korktular, çekindiler. Fakat hayvanla karışınca bu çekinmeleri, bu çalışmaları körleşti, neticesiz bir hale geldi!
  • لاجرم أشفقن منها جمله‏شان ** کند شد ز آمیز حیوان حمله‏شان‏
  • “Hepimiz de halkla diri, Hak’la ölü bir hale gelen bu hayattan bîzarız” dediler.
  • گفته بیزاریم جمله زین حیات ** کاو بود با خلق حی با حق موات‏
  • Birisi, anası babası öldü mü yetim olur. Hak’la ünsiyet için kalb-i selim gerek!
  • چون بماند از خلق گردد او یتیم ** انس حق را قلب می‏باید سلیم‏
  • Hırsız, bir körden bir kumaş çaldı mı kör, bilmeden feryada başlar. 2375
  • چون ز کوری دزد دزدد کاله‏ای ** می‏کند آن کور عمیا ناله‏ای‏
  • Fakat hırsız ona “Senin malını ben çaldım, ben hilebaz bir hırsızım” demedikçe,
  • تا نگوید دزد او را کان منم ** کز تو دزدیدم که دزد پر فنم‏
  • Kör, hırsızı nereden bilecek? Gözünün nuru, gözünün ışığı yok ki!
  • کی شناسد کور دزد خویش را ** چون ندارد نور چشم و آن ضیا
  • Ama sesini duydun mu onu sımsıkı tut, koy verme de çaldığı şeyleri söylet.
  • چون بگوید هم بگیر او را تو سخت ** تا بگوید او علامتهای رخت‏
  • Hırsızı yakalayıp, sıkıştırmak, çaldığını çırptığını söyletmek cihadı ekberdir.
  • پس جهاد اکبر آمد عصر دزد ** تا بگوید که چه دزدیده است مزد
  • O, önce senin gözünün sürmesini çaldı. Onu elde ettin mi, yine gözlerine nur gelir. 2380
  • اولا دزدید کحل دیده‏ات ** چون ستانی باز یابی تبصرت‏
  • Gönül’ün kayıp malı olan hikmet kumaşı, ehli dilden elde edilir.
  • کاله‏ی حکمت که گم کرده‏ی دل است ** پیش اهل دل یقین آن حاصل است‏
  • Kör olan gönül, canı, kulağı, gözü olsa bile hırsız Şeytan’ın izini bulamaz, onu elde edemez.
  • کوردل با جان و با سمع و بصر ** می‏نداند دزد شیطان را ز اثر
  • Şeytanın izini bulmayı, hırsızı elde etmeyi, gönül ehli olanlardan um, bu işi onlardan iste; taştan topraktan değil. Çünkü halk, gönül ehline nispetle taş, topaç gibidir, âdeta cansızdır.
  • ز اهل دل جو از جماد آن را مجو ** که جماد آمد خلایق پیش او
  • Danışacak adam arayan da o deliliğe vurmuş delinin huzuruna geldi, dedi ki: “Ey kendini çocuk gösteren baba, bana bir sır söyle.”
  • مشورت جوینده آمد نزد او ** کای اب کودک شده رازی بگو
  • Veli dedi ki: “Git bu halkayı çalıp durma. Kapı kapalı. Bu gün sır söylenecek gün değil, başka vakit gel. 2385
  • گفت رو زین حلقه کاین در باز نیست ** باز گرد امروز روز راز نیست‏
  • Eğer Lâ mekân âleminde mekâna yer olsaydı ben de şeyhler gibi dükkânda oturur, alışverişe koyulurdum”
  • گر مکان را ره بدی در لامکان ** همچو شیخان بودمی من بر دکان‏
  • Muhtesibin, harap bir halde yere yıkılmış sarhoşu zindana dâvet etmesi
  • خواندن محتسب مست خراب افتاده را به زندان‏
  • Muhtesip gece yarısı bir yere uğradı. Duvar dibinde bir adamın uyuduğunu gördü.
  • محتسب در نیم شب جایی رسید ** در بن دیوار مستی خفته دید
  • “Hey, sarhoş musun, ne içtin? Söyle” dedi. Adam dedi ki: “Testidekinden içtim!”
  • گفت هی مستی چه خورده ستی بگو ** گفت از این خوردم که هست اندر سبو
  • Muhtesip “Söyle, testide ne var?” diye sordu. Adam, “İçtiğim şey” diye cevap verdi. Muhtesip, “Bu gizli bir lâf.
  • گفت آخر در سبو واگو که چیست ** گفت از آن که خورده‏ام گفت این خفی است‏
  • Ne içtin, içtiğin ne ?” diye sordu. Adam “ Testide gizli olan şey işte” dedi. 2390
  • گفت آن چه خورده‏ای آن چیست آن ** گفت آن که در سبو مخفی است آن‏
  • Bu sual cevap, birbirine ulanıp gitti. Muhtesip de eşek gibi çamura saplanıp kaldı.
  • دور می‏شد این سؤال و این جواب ** ماند چون خر محتسب اندر خلاب‏
  • Ona, “Gel de bir ah de bakalım” dedi. Sarhoş söz söylerken “Hu, hu” dedi.
  • گفت او را محتسب هین آه کن ** مست هو هو کرد هنگام سخن‏
  • Muhtesip, “Ben sana ah dedim, hu, de demedim, sen hu diyorsun” deyince, adam, “Ben neşeliyim, sen gamdan iki büklüm olmuşsun.
  • گفت گفتم آه کن هو می‏کنی ** گفت من شاد و تو از غم دم زنی‏
  • Ah; dertten, gamdan, zulümden olur. Sarhoşların bu hu’larıysa neşedendir.” dedi.
  • آه از درد و غم و بی‏دادی است ** هوی هوی می خوران از شادی است‏
  • Muhtesip, “Ben şunu, bunu bilmem, kalk. Marifet satıp durma. Bu dırıltıyı bırak” dedi. 2395
  • محتسب گفت این ندانم خیز خیز ** معرفت متراش و بگذار این ستیز
  • Adam, “Yürü be, sen neredesin, ben nerede?” deyince, Muhtesip, “ Hadi kalk, zindana gel” dedi.
  • گفت رو تو از کجا من از کجا ** گفت مستی خیز تا زندان بیا
  • Sarhoş dedi ki: “Be Muhtesip, beni bırak da yürü işine. Çıplak adamdan rehin alabilir misin sen?
  • گفت مست ای محتسب بگذار و رو ** از برهنه کی توان بردن گرو
  • Eğer benim yürümeye kuvvetim olsaydı burada yatar mıydım. Evime giderdim.
  • گر مرا خود قوت رفتن بدی ** خانه‏ی خود رفتمی وین کی شدی‏
  • Eğer benim de aklım olsaydı, imkânını bulsaydım şeyhler gibi dükkân başında bulunurdum.”
  • من اگر با عقل و با امکانمی ** همچو شیخان بر سر دکانمی‏
  • Adam’ın halini anlamak için o ulu zatı ikinci defa olarak konuşturması
  • دوم بار در سخن کشیدن سایل آن بزرگ را تا حال او معلوم تر گردد
  • O, büyük adamın ahvalini öğrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir an için olsun atını bu tarafa sür dedi. 2400
  • گفت آن طالب که آخر یک نفس ** ای سواره بر نی این سو ران فرس‏
  • Adam, “Çabuk söyle, atım çok serkeştir, pek huyludur.
  • راند سوی او که هین زوتر بگو ** کاسب من بس توسن است و تند خو
  • Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü.
  • تا لگد بر تو نکوبد زود باش ** از چه می‏پرسی بیانش کن تو فاش‏
  • Adam gönlündeki sırrı söylemeye imkân bulamadı. Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı.
  • او مجال راز دل گفتن ندید ** زو برون شو کرد و در لاغش کشید
  • Dedi ki: “Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak istiyorum. Benim gibi bir adama acaba hangisi lâyık?”
  • گفت می‏خواهم در این کوچه زنی ** کیست لایق از برای چون منی‏
  • Veli, “Dünyada üç türlü kadın vardır. İkisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri daimi bir hazinedir. 2405
  • گفت سه گونه زن‏اند اندر جهان ** آن دو رنج و این یکی گنج روان‏
  • Onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır.
  • آن یکی را چون بخواهی کل تراست ** و آن دگر نیمی ترا نیمی جداست‏