English    Türkçe    فارسی   

2
2390-2439

  • Ne içtin, içtiğin ne ?” diye sordu. Adam “ Testide gizli olan şey işte” dedi. 2390
  • گفت آن چه خورده‏ای آن چیست آن ** گفت آن که در سبو مخفی است آن‏
  • Bu sual cevap, birbirine ulanıp gitti. Muhtesip de eşek gibi çamura saplanıp kaldı.
  • دور می‏شد این سؤال و این جواب ** ماند چون خر محتسب اندر خلاب‏
  • Ona, “Gel de bir ah de bakalım” dedi. Sarhoş söz söylerken “Hu, hu” dedi.
  • گفت او را محتسب هین آه کن ** مست هو هو کرد هنگام سخن‏
  • Muhtesip, “Ben sana ah dedim, hu, de demedim, sen hu diyorsun” deyince, adam, “Ben neşeliyim, sen gamdan iki büklüm olmuşsun.
  • گفت گفتم آه کن هو می‏کنی ** گفت من شاد و تو از غم دم زنی‏
  • Ah; dertten, gamdan, zulümden olur. Sarhoşların bu hu’larıysa neşedendir.” dedi.
  • آه از درد و غم و بی‏دادی است ** هوی هوی می خوران از شادی است‏
  • Muhtesip, “Ben şunu, bunu bilmem, kalk. Marifet satıp durma. Bu dırıltıyı bırak” dedi. 2395
  • محتسب گفت این ندانم خیز خیز ** معرفت متراش و بگذار این ستیز
  • Adam, “Yürü be, sen neredesin, ben nerede?” deyince, Muhtesip, “ Hadi kalk, zindana gel” dedi.
  • گفت رو تو از کجا من از کجا ** گفت مستی خیز تا زندان بیا
  • Sarhoş dedi ki: “Be Muhtesip, beni bırak da yürü işine. Çıplak adamdan rehin alabilir misin sen?
  • گفت مست ای محتسب بگذار و رو ** از برهنه کی توان بردن گرو
  • Eğer benim yürümeye kuvvetim olsaydı burada yatar mıydım. Evime giderdim.
  • گر مرا خود قوت رفتن بدی ** خانه‏ی خود رفتمی وین کی شدی‏
  • Eğer benim de aklım olsaydı, imkânını bulsaydım şeyhler gibi dükkân başında bulunurdum.”
  • من اگر با عقل و با امکانمی ** همچو شیخان بر سر دکانمی‏
  • Adam’ın halini anlamak için o ulu zatı ikinci defa olarak konuşturması
  • دوم بار در سخن کشیدن سایل آن بزرگ را تا حال او معلوم تر گردد
  • O, büyük adamın ahvalini öğrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir an için olsun atını bu tarafa sür dedi. 2400
  • گفت آن طالب که آخر یک نفس ** ای سواره بر نی این سو ران فرس‏
  • Adam, “Çabuk söyle, atım çok serkeştir, pek huyludur.
  • راند سوی او که هین زوتر بگو ** کاسب من بس توسن است و تند خو
  • Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü.
  • تا لگد بر تو نکوبد زود باش ** از چه می‏پرسی بیانش کن تو فاش‏
  • Adam gönlündeki sırrı söylemeye imkân bulamadı. Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı.
  • او مجال راز دل گفتن ندید ** زو برون شو کرد و در لاغش کشید
  • Dedi ki: “Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak istiyorum. Benim gibi bir adama acaba hangisi lâyık?”
  • گفت می‏خواهم در این کوچه زنی ** کیست لایق از برای چون منی‏
  • Veli, “Dünyada üç türlü kadın vardır. İkisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri daimi bir hazinedir. 2405
  • گفت سه گونه زن‏اند اندر جهان ** آن دو رنج و این یکی گنج روان‏
  • Onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır.
  • آن یکی را چون بخواهی کل تراست ** و آن دگر نیمی ترا نیمی جداست‏
  • Üçüncü ise hiç sana mal olmaz. Bunu duydun ya. Hadi şimdi yürü, ben gidiyorum.
  • و آن سوم هیچ او ترا نبود بدان ** این شنودی دور شو رفتم روان‏
  • Sen de durma atım seni tepelemesin. Yoksa bir düştün mü, bir daha kalkamazsın!” dedi.
  • تا ترا اسبم نپراند لگد ** که بیفتی بر نخیزی تا ابد
  • Şeyh, sopasını sürüp çocukların arasına katıldı. O genç adam ona tekrar bağırdı.
  • شیخ راند اندر میان کودکان ** بانگ زد بار دگر او را جوان‏
  • “Gel de hiç olmazsa şunu etraflıca anlat. Bu söylediğin üç çeşit kadın kimlerdir? Onu bir söyle!” 2410
  • که بیا آخر بگو تفسیر این ** این زنان سه نوع گفتی بر گزین‏
  • Şeyh, yine onun yanına at sürüp dedi ki: “Bakir, tamamıyla sana mal olur, gamdan kurtulursun.
  • راند سوی او و گفتش بکر خاص ** کل ترا باشد ز غم یابی خلاص‏
  • Yarısı senin olan da duldur. Fakat hiçbir suretle sana mal olmayan, evlâdı olan kadındır.
  • و انکه نیمی آن تو بیوه بود ** و انکه هیچست آن عیال با ولد
  • İlk kocasından evlâdı olursa sevgisi de, bütün hâtıraları da oraya gider.
  • چون ز شوی اولش کودک بود ** مهر و کل خاطرش آن سو رود
  • Hadi git, atım seni tepmesin. Uzaklaş, yoksa serkeş atımın nalı seni ezer!
  • دور شو تا اسب نندازد لگد ** سم اسب توسنم بر تو رسد
  • Şeyh yine hay huy edip sopasını sürdü, yine çocukları yanına çağırdı. 2415
  • های و هویی کرد شیخ و باز راند ** کودکان را باز سوی خویش خواند
  • Adam tekrar bağırdı: “Ey ulu padişah, bir sualim kaldı, gel!” dedi.
  • باز بانگش کرد آن سایل بیا ** یک سؤالم ماند ای شاه کیا
  • Şeyh tekrar o tarafa gelip “Çabuk söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!” dedi.
  • باز راند این سو بگو زودتر چه بود ** که ز میدان آن بچه گویم ربود
  • Adam “Ey Padişah, bu kadar akla, edebe sahip olduğun halde bu ne divanelik, bu ne iş. Şaşılacak şey!
  • گفت ای شه با چنین عقل و ادب ** این چه شیداست این چه فعل است ای عجب‏
  • Sen söz söylerken Aklı Küllünde ötesindesin; bir güneş olduğun halde nasıl delilikle gizleniyorsun” dedi.
  • تو ورای عقل کلی در بیان ** آفتابی در جنون چونی نهان‏
  • Şeyh dedi ki: ”Bu külhanbeyleri beni bu şehre kadı yapmaya karar verdiler. 2420
  • گفت این اوباش رایی می‏زنند ** تا در این شهر خودم قاضی کنند
  • Reddettim, 'imkânı yok. Senin gibi âlim, fâzıl kimse yok.
  • دفع می‏گفتم مرا گفتند نی ** نیست چون تو عالمی صاحب فنی‏
  • با وجود تو حرام است و خبیث ** که کم از تو در قضا گوید حدیث‏
  • Şeriatta da senden aşağı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok.' dediler.
  • در شریعت نیست دستوری که ما ** کمتر از تو شه کنیم و پیشوا
  • Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, deliliğe Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı eriyordum. Fakat hakikatte evvelce ne idiysem yine oyum benim ben.
  • زین ضرورت گیج و دیوانه شدم ** لیک در باطن همانم که بدم‏
  • Aklım hazinedir, ben viraneyim. Deliyim hazineyi gösterirsem! 2425
  • عقل من گنج است و من ویرانه‏ام ** گنج اگر پیدا کنم دیوانه‏ام‏
  • Divane odur ki divane olmadı, divane odur ki bu bekçiyi gördüğü halde evine girmedi.
  • اوست دیوانه که دیوانه نشد ** این عسس را دید و در خانه نشد
  • Benim bilgim cevherdir, araz değil. Bu değerli bilgi, bir maksada erişmek için değil ki.
  • دانش من جوهر آمد نه عرض ** این بهایی نیست بهر هر غرض‏
  • Ben şeker madeniyim, şeker kamışıyım, hem benden yetişmekte, hem ben yiyorum.
  • کان قندم نیستان شکرم ** هم ز من می‏روید و من می‏خورم‏
  • Bir bilgiyi işiten kişi beğenmez, kabul eylemez, feryat ederse o bilgi taklit bilgisidir, öğrenilerek elde edilmiştir.( adama mal olmamıştır.)
  • علم تقلیدی و تعلیمی است آن ** کز نفورش مستمع دارد فغان‏
  • Çünkü geçim elde edilmiştir, gönül aydınlatmak için değil. Bu ilim de, talibi gibi aşağılık dünya ilmidir. 2430
  • چون پی دانه نه بهر روشنی است ** همچو طالب علم دنیای دنی است‏
  • Bazı adamlar, havas ve avama görünmek için ilim öğrenmek ister, bu âlemden halâs olmak için değil.
  • طالب علم است بهر عام و خاص ** نی که تا یابد از این عالم خلاص‏
  • Böyle adam fareye benzer; her tarafı deler ama vuslat nurlarından gafildir.
  • همچو موشی هر طرف سوراخ کرد ** چون که نورش راند از در گشت سرد
  • Nuru, sahraya yol bulamadığı için ona bu karanlık kuyusu, hoş bir meskendir.
  • چون که سوی دشت و نورش ره نبود ** هم در آن ظلمات جهدی می‏نمود
  • Fakat Tanrı, ona akıl kanadını ihsan ederse farelikten kurtulur, kuşlar gibi uçar.
  • گر خدایش پر دهد پر خرد ** برهد از موشی و چون مرغان پرد
  • Kanat aramazsa yerin dibinde kalır, Simâk burcuna yol bulmaktan ümitsiz bir hale düşer. 2435
  • ور نجوید پر بماند زیر خاک ** ناامید از رفتن راه سماک‏
  • Söze gelen ilim, cansızdır; satın alıcıların yüzüne âşıktır.
  • علم گفتاری که آن بی‏جان بود ** عاشق روی خریداران بود
  • Münakaşa ve mübahase zamanı o ilim, büyük görünür ama alıcısı olmayınca ölür gider.
  • گر چه باشد وقت بحث علم زفت ** چون خریدارش نباشد مرد و رفت‏
  • Hâlbuki benim müşterim Tanrı’dır. Beni o yüceltir, o satın alır.
  • مشتری من خدای است او مرا ** می‏کشد بالا که الله اشتری‏
  • Benim kanımın diyeti ululuk sahibi Tanrı’nın cemalidir. Ben kendi kan diyetimi yemekteyim, bu bana helâl bir kazançtır.
  • خونبهای من جمال ذو الجلال ** خونبهای خود خورم کسب حلال‏