English    Türkçe    فارسی   

2
242-291

  • Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
  • خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ می‏سزد
  • Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
  • خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش‏
  • Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
  • گمان بردن کاروانیان که بهمیه‌ای صوفی رنجور است
  • Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
  • چون که صوفی بر نشست و شد روان ** رو در افتادن گرفت او هر زمان‏
  • Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu. 245
  • هر زمانش خلق بر می‏داشتند ** جمله رنجورش همی‏پنداشتند
  • Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
  • آن یکی گوشش همی‏پیچید سخت ** و آن دگر در زیر گامش جست لخت‏
  • Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
  • و آن دگر در نعل او می‏جست سنگ ** و آن دگر در چشم او می‏دید زنگ‏
  • Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
  • باز می‏گفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمی‏گفتی که شکر این خر قوی است‏
  • Sofi, geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.
  • گفت آن خر کاو به شب لاحول خورد ** جز بدین شیوه نداند راه کرد
  • Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder, dedi. 250
  • چون که قوت خر به شب لاحول بود ** شب مسبح بود و روز اندر سجود
  • İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
  • آدمی خوارند اغلب مردمان ** از سلام علیک‏شان کم جو امان‏
  • Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
  • خانه‏ی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه‏
  • Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
  • از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
  • Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
  • هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
  • O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir. 255
  • در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط
  • Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
  • عشوه‏های یار بد منیوش هین ** دام بین ایمن مرو تو بر زمین‏
  • Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
  • صد هزار ابلیس لاحول آر بین ** آدما ابلیس را در مار بین‏
  • Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
  • دم دهد گوید ترا ای جان و دوست ** تا چو قصابی کشد از دوست پوست‏
  • Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!
  • دم دهد تا پوستت بیرون کشد ** وای او کز دشمنان آفیون چشد
  • Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor, sana hitaplarda bulunur. 260
  • سر نهد بر پای تو قصاب‏وار ** دم دهد تا خونت ریزد زار زار
  • Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!
  • همچو شیری صید خود را خویش کن ** ترک عشوه‏ی اجنبی و خویش کن‏
  • Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.
  • همچو خادم دان مراعات خسان ** بی‏کسی بهتر ز عشوه‏ی ناکسان‏
  • İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!
  • در زمین مردمان خانه مکن ** کار خود کن کار بیگانه مکن‏
  • Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin, senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.
  • کیست بیگانه تن خاکی تو ** کز برای اوست غمناکی تو
  • Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin. 265
  • تا تو تن را چرب و شیرین می‏دهی ** جوهر خود را نبینی فربهی‏
  • Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
  • گر میان مشک تن را جا شود ** روز مردن گند او پیدا شود
  • Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı.
  • مشک را بر تن مزن بر دل بمال ** مشک چه بود نام پاک ذو الجلال‏
  • O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
  • آن منافق مشک بر تن می‏نهد ** روح را در قعر گلخن می‏نهد
  • Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!
  • بر زبان نام حق و در جان او ** گندها از فکر بی‏ایمان او
  • Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. 270
  • ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است
  • O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
  • آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است‏
  • Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
  • طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین‏
  • Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
  • کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
  • Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
  • اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
  • Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. 275
  • چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار
  • Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
  • تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
  • Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
  • ای برادر تو همان اندیشه‏ای ** ما بقی تو استخوان و ریشه‏ای‏
  • Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
  • گر گل است اندیشه‏ی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمه‏ی گلخنی‏
  • Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
  • گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
  • Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
  • طبله‏ها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین‏
  • Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
  • جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته‏
  • Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
  • گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش‏
  • Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
  • طبله‏ها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
  • Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
  • حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانه‌ها را بر طبق
  • Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
  • پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم‏
  • Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
  • قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان‏
  • Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
  • تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
  • Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
  • چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
  • İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
  • چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن می‏خلد خاشاکها
  • Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
  • دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان‏
  • Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
  • ز آن که روز است آینه‏ی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او