- Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
- باز میگفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمیگفتی که شکر این خر قوی است
- Sofi, geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.
- گفت آن خر کاو به شب لاحول خورد ** جز بدین شیوه نداند راه کرد
- Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder, dedi. 250
- چون که قوت خر به شب لاحول بود ** شب مسبح بود و روز اندر سجود
- İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
- آدمی خوارند اغلب مردمان ** از سلام علیکشان کم جو امان
- Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
- خانهی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه
- Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
- از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
- Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
- هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
- O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir. 255
- در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط
- Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
- عشوههای یار بد منیوش هین ** دام بین ایمن مرو تو بر زمین
- Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
- صد هزار ابلیس لاحول آر بین ** آدما ابلیس را در مار بین
- Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
- دم دهد گوید ترا ای جان و دوست ** تا چو قصابی کشد از دوست پوست
- Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!
- دم دهد تا پوستت بیرون کشد ** وای او کز دشمنان آفیون چشد
- Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor, sana hitaplarda bulunur. 260
- سر نهد بر پای تو قصابوار ** دم دهد تا خونت ریزد زار زار
- Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!
- همچو شیری صید خود را خویش کن ** ترک عشوهی اجنبی و خویش کن
- Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.
- همچو خادم دان مراعات خسان ** بیکسی بهتر ز عشوهی ناکسان
- İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!
- در زمین مردمان خانه مکن ** کار خود کن کار بیگانه مکن
- Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin, senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.
- کیست بیگانه تن خاکی تو ** کز برای اوست غمناکی تو
- Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin. 265
- تا تو تن را چرب و شیرین میدهی ** جوهر خود را نبینی فربهی
- Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
- گر میان مشک تن را جا شود ** روز مردن گند او پیدا شود
- Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı.
- مشک را بر تن مزن بر دل بمال ** مشک چه بود نام پاک ذو الجلال
- O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
- آن منافق مشک بر تن مینهد ** روح را در قعر گلخن مینهد
- Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!
- بر زبان نام حق و در جان او ** گندها از فکر بیایمان او
- Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. 270
- ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است
- O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
- آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است
- Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
- طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین
- Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
- کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
- Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
- اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
- Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. 275
- چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار
- Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
- تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
- Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
- ای برادر تو همان اندیشهای ** ما بقی تو استخوان و ریشهای
- Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
- گر گل است اندیشهی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمهی گلخنی
- Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
- گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
- Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
- طبلهها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
- جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
- گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
- طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
- حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
- پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
- قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
- تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
- چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
- چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
- دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان
- Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
- ز آن که روز است آینهی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
- Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
- حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
- Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
- پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایههاست
- Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
- عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز
- Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur. 295
- ز آن سبب فرمود یزدان و الضحی ** و الضحی نور ضمیر مصطفی
- Allah, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
- قول دیگر کین ضحی را خواست دوست ** هم برای آنکه این هم عکس اوست
- Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
- ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست