English    Türkçe    فارسی   

2
2541-2590

  • Bu suretle de bilgisindeki kemal meydana gelir, üstatlığını inkâr eden rüsvay olur.
  • تا کمال دانشش پیدا شود ** منکر استادیش رسوا شود
  • Eğer çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nâkıstır. İşte bu yüzden Tanrı hem kâfirin yaratıcısıdır, hem müminin.
  • ور نداند زشت کردن ناقص است ** زین سبب خلاق گبر و مخلص است‏
  • Bu yüzden küfür de Tanrılığına şahittir, iman da. İkisi de ona secde eder.
  • پس از این رو کفر و ایمان شاهدند ** بر خداوندیش و هر دو ساجدند
  • Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Tanrı rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.
  • لیک مومن دان که طوعا ساجد است ** ز انکه جویای رضا و قاصد است‏
  • Kâfir de istemeyerek Tanrı’ya tapar ama onun maksadı başkadır. 2545
  • هست کرها گبر هم یزدان پرست ** لیک قصد او مرادی دیگر است‏
  • Padişahın kalesini yapar ama beylik dâvasındadır.
  • قلعه‌ای سلطان عمارت میکند ** لیک دعوی امارت میکند
  • Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer.
  • گشته یاغی تا که ملک او بود ** عاقبت خود قلعه سلطانی شود
  • Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil.
  • مومن آن قلعه برای پادشاه ** می‏کند معمور نه از بهر جاه‏
  • Çirkin, “Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der.
  • زشت گوید ای شه زشت آفرین ** قادری بر خوب و بر زشت مهین‏
  • Güzel de “Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der. 2550
  • خوب گوید ای شه حسن و بها ** پاک گردانیدیم از عیبها
  • Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in nasihat etmesi ve hastaya dua öğretmesi
  • وصیت کردن پیغامبر صلی الله علیه و آله مر آن بیمار را و دعا آموزانیدنش‏
  • Peygamber, o hastaya dedi ki: “Sen, şunu söyle; Tanrı, sen bize güçlükleri kolaylaştır.
  • گفت پیغمبر مر آن بیمار را ** این بگو کای سهل کن دشوار را
  • Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da.
  • آتنا فی دار دنیانا حسن ** آتنا فی دار عقبانا حسن‏
  • Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hale getir, ey Yüce Tanrı, konağımız zaten sensin.”
  • راه را بر ما چو بستان کن لطیف ** منزل ما خود تو باشی ای شریف‏
  • Müminler mahşerde derler ki; “Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?
  • مومنان در حشر گویند ای ملک ** نی که دوزخ بود راه مشترک‏
  • Mümin de oraya uğrayacaktı, kâfir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş. 2555
  • مومن و کافر بر او یابد گذار ** ما ندیدیم اندر این ره دود و نار
  • İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?”
  • نک بهشت و بارگاه ایمنی ** پس کجا بود آن گذرگاه دنی‏
  • Melekler derler ki: “Hani geçerken filân yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya.
  • پس ملک گوید که آن روضه‏ی خضر ** که فلان جا دیده‏اید اندر گذر
  • Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu.
  • دوزخ آن بود و سیاستگاه سخت ** بر شما شد باغ و بستان و درخت‏
  • Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi.
  • چون شما این نفس دوزخ خوی را ** آتشی گبر فتنه جوی را
  • Çalışıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Tanrı için ateşi söndürdünüz: 2560
  • جهدها کردید و او شد پر صفا ** نار را کشتید از بهر خدا
  • Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği, hidayet nuru haline soktunuz;
  • آتش شهوت که شعله می‏زدی ** سبزه‏ی تقوی شد و نور هدی‏
  • Hırs ateşiniz hilim, bilgisizlik karanlığı ilim oldu;
  • آتش خشم از شما هم حلم شد ** ظلمت جهل از شما هم علم شد
  • Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü..
  • آتش حرص از شما ایثار شد ** و آن حسد چون خار بد گلزار شد
  • Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
  • چون شما این جمله آتشهای خویش ** بهر حق کشتید جمله پیش پیش‏
  • Mademki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz, 2565
  • نفس ناری را چو باغی ساختید ** اندر او تخم وفا انداختید
  • Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular.
  • بلبلان ذکر و تسبیح اندر او ** خوش سرایان در چمن بر طرف جو
  • Tanrı’ya, çağırana icabet ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz.
  • داعی حق را اجابت کرده‏اید ** در جحیم نفس آب آورده‏اید
  • Bizim cehennemimiz de size yeşillik, gül bahçesi, ağaçlık haline geldi.”
  • دوزخ ما نیز در حق شما ** سبزه گشت و گلشن و برگ و نوا
  • Oğul, ihsanın karşılığı nedir? Lütuf, ihsan ve en değerli sevap.
  • چیست احسان را مکافات ای پسر ** لطف و احسان و ثواب معتبر
  • Siz, biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karşı fâniyiz: 2570
  • نی شما گفتید ما قربانی‏ایم ** پیش اوصاف بقا ما فانی‏ایم‏
  • Kalleşsek de, divaneysek de o sâkinin, o kadehin sarhoşlarıyız;
  • ما اگر قلاش و گر دیوانه‏ایم ** مست آن ساقی و آن پیمانه‏ایم‏
  • Onun hükmüne, onun fermanına baş koymakta, tatlı canımızı ona peşkeş sunmaktayız.
  • بر خط و فرمان او سر می‏نهیم ** جان شیرین را گروگان می‏دهیم‏
  • Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça; işimiz, kulluk ve can vermedir, demediniz mi?
  • تا خیال دوست در اسرار ماست ** چاکری و جان سپاری کار ماست‏
  • Nerede bir belâ çırağı uyandırdılarsa orada yüz binlerce âşığın canını yaktılar.
  • هر کجا شمع بلا افروختند ** صد هزاران جان عاشق سوختند
  • Evin içinde ki âşıklar, sevgilinin cemali çırağına pervanedirler. 2575
  • عاشقانی کز درون خانه‏اند ** شمع روی یار را پروانه‏اند
  • Gönül, seninle nurlanan yere, belâlardan sana siperlerden olanların meclisine,
  • ای دل آن جا رو که با تو روشن‏اند ** وز بلاها مر ترا چون جوشن‏اند
  • Sana canlarında yer verenlerin, seni şaraplarla dopdolu bir kadeh haline getirenlerin yanına git!
  • ز آن میان جان ترا جا می‏کنند ** تا ترا پر باده چون جامی کنند
  • Onların canlarında yurt kur; ey aydın dolunay, gökyüzünde mekân tut!
  • در میان جان ایشان خانه گیر ** در فلک خانه کن ای بدر منیر
  • Onlar, sana sırları belirtmek için Utarit gibi gönül defterini açarlar.
  • چون عطارد دفتر دل واکنند ** تا که بر تو سرها پیدا کنند
  • Mademki yerin yurdun yok bildiklerin yanına var, ay parçasıysan kâmil ve tamam bir aya yüz vur! 2580
  • پیش خویشان باش چون آواره‏ای ** بر مه کامل زن ار مه پاره‏ای‏
  • Cüz’ün, küllünden çekinmesi de ne oluyor? Muhalifle bu kaynaşma da ne?
  • جزو را از کل خود پرهیز چیست ** با مخالف این همه آمیز چیست‏
  • Cinse bak, bir nev’ile karışınca, o cinsin nev’i olmuş gayıpları gör, ayn’ın nuru ile ayn kesilmiş.
  • جنس را بین نوع گشته در روش ** غیبها بین گشته عین از پرتوش‏
  • Be akılsız, karı gibi işvelendikçe, yalana işveye kalkıştıkça, nasıl üst olacaksın?
  • تا چون زن عشوه خری ای بی‏خرد ** از دروغ و عشوه کی یابی مدد
  • Halkın seni övmesini, sana yaltaklanmasını, halkın tatlı ve kandırıcı sözlerini alıyor, altın gibi cebine indiriyorsun!
  • چاپلوس و لفظ شیرین و فریب ** می‏ستانی می‏نهی چون زر به جیب‏
  • Sana Padişahların sövmesi, vurması, sapıkların övmesinden daha iyidir. 2585
  • مر ترا دشنام و سیلی شهان ** بهتر آید از ثنای گمرهان‏
  • Padişahların tokadını ye de aşağılık kişilerin balını yeme, bu suretle er olanların ikbali yüzünden sen de bir er ol.
  • صفع شاهان خور مخور شهد خسان ** تا کسی گردی ز اقبال کسان‏
  • Çünkü onlardan hil’at gelir, devlet gelir. Onlar, ruhun penahında cesedi, can haline getirirler.
  • ز آنک از ایشان خلعت و دولت رسد ** در پناه روح جان گردد جسد
  • Nerede bir çıplak, bir yoksul görürsen bil ki bir kâmilden kaçmıştır.
  • هر کجا بینی برهنه و بی‏نوا ** دان که او بگریخته ست از اوستا
  • Gönlünün dilediğini yapmak, o kör, o kötü ve sermayesiz gönlün istediğini yerine getirmek için bir üstattan firar etmiştir.
  • تا چنان گردد که می‏خواهد دلش ** آن دل کور بد بی‏حاصلش‏
  • Eğer ustanın dilediğine uysaydı kendisini de bezerdi, akrabasını da. 2590
  • گر چنان گشتی که استا خواستی ** خویش را و خویش را آراستی‏