English    Türkçe    فارسی   

2
256-305

  • Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
  • عشوه‏های یار بد منیوش هین ** دام بین ایمن مرو تو بر زمین‏
  • Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
  • صد هزار ابلیس لاحول آر بین ** آدما ابلیس را در مار بین‏
  • Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
  • دم دهد گوید ترا ای جان و دوست ** تا چو قصابی کشد از دوست پوست‏
  • Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!
  • دم دهد تا پوستت بیرون کشد ** وای او کز دشمنان آفیون چشد
  • Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor, sana hitaplarda bulunur. 260
  • سر نهد بر پای تو قصاب‏وار ** دم دهد تا خونت ریزد زار زار
  • Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!
  • همچو شیری صید خود را خویش کن ** ترک عشوه‏ی اجنبی و خویش کن‏
  • Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.
  • همچو خادم دان مراعات خسان ** بی‏کسی بهتر ز عشوه‏ی ناکسان‏
  • İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!
  • در زمین مردمان خانه مکن ** کار خود کن کار بیگانه مکن‏
  • Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin, senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.
  • کیست بیگانه تن خاکی تو ** کز برای اوست غمناکی تو
  • Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin. 265
  • تا تو تن را چرب و شیرین می‏دهی ** جوهر خود را نبینی فربهی‏
  • Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
  • گر میان مشک تن را جا شود ** روز مردن گند او پیدا شود
  • Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı.
  • مشک را بر تن مزن بر دل بمال ** مشک چه بود نام پاک ذو الجلال‏
  • O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
  • آن منافق مشک بر تن می‏نهد ** روح را در قعر گلخن می‏نهد
  • Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!
  • بر زبان نام حق و در جان او ** گندها از فکر بی‏ایمان او
  • Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. 270
  • ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است
  • O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
  • آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است‏
  • Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
  • طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین‏
  • Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
  • کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
  • Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
  • اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
  • Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. 275
  • چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار
  • Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
  • تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
  • Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
  • ای برادر تو همان اندیشه‏ای ** ما بقی تو استخوان و ریشه‏ای‏
  • Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
  • گر گل است اندیشه‏ی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمه‏ی گلخنی‏
  • Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
  • گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
  • Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
  • طبله‏ها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین‏
  • Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
  • جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته‏
  • Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
  • گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش‏
  • Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
  • طبله‏ها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
  • Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
  • حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانه‌ها را بر طبق
  • Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
  • پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم‏
  • Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
  • قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان‏
  • Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
  • تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
  • Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
  • چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
  • İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
  • چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن می‏خلد خاشاکها
  • Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
  • دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان‏
  • Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
  • ز آن که روز است آینه‏ی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
  • Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
  • حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
  • Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
  • پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایه‏هاست‏
  • Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
  • عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز
  • Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur. 295
  • ز آن سبب فرمود یزدان و الضحی ** و الضحی‏ نور ضمیر مصطفی‏
  • Allah, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
  • قول دیگر کین ضحی را خواست دوست ** هم برای آنکه این هم عکس اوست
  • Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
  • ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست‏
  • Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
  • لا أحب الآفلین گفت آن خلیل ** کی فنا خواهد از این رب جلیل‏
  • “Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.
  • باز و اللیل است ستاری او ** و آن تن خاکی زنگاری او
  • Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi. 300
  • آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک‏
  • Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
  • وصل پیدا گشت از عین بلا ** ز آن حلاوت شد عبارت ما قلی‏
  • Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
  • هر عبارت خود نشان حالتی است ** حال چون دست و عبارت آلتی است‏
  • Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
  • آلت زرگر به دست کفشگر ** همچو دانه‏ی کشت کرده ریگ در
  • Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.
  • و آلت اسکاف پیش برزگر ** پیش سگ کاه استخوان در پیش خر
  • “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan! 305
  • بود انا الحق در لب منصور نور ** بود انا الله در لب فرعون زور