- Rivayet ederler: O Muaviye köşkünde bir bucakta uyumuştu.
- در خبر آمد که آن معاویه ** خفته بد در قصر در یک زاویه
- Köşkün kapısı içerden kilitliydi, çünkü Muaviye halkın gelip gitmesinden yorulmuştu. 2605
- قصر را از اندرون در بسته بود ** کز زیارتهای مردم خسته بود
- Ansızın birisi onu uyandırdı. Muaviye gözünü açınca adam gözden sır oldu.
- ناگهان مردی و را بیدار کرد ** چشم چون بگشاد پنهان گشت مرد
- Kendi kendisine, “Köşke kimse giremez. Bu küstahlıkta, bu cürette bulunan kim acaba?” dedi.
- گفت اندر قصر کس را ره نبود ** کیست کاین گستاخی و جرات نمود
- Etrafı dolaştı, gizlenen adamdan bir nişan bulmak için her tarafı araştırdı.
- گرد برگشت و طلب کرد آن زمان ** تا بیابد ز آن نهان گشته نشان
- Kapı ardında bir herif gördü. Adam kapıya sinmiş, yüzünü perde ile örtmüş gizlenmişti.
- از پس در مدبری را دید کاو ** در در و پرده نهان میکرد رو
- Muaviye “Hey sen, kimsin, adın ne ?” diye sordu. Adam “ Adım açıkça söyleyeyim, Şaki İblis” diye cevap verdi. 2610
- گفت هی تو کیستی نام تو چیست ** گفت نامم فاش ابلیس شقی است
- Muaviye “Niye gayret ettin, beni niçin uyandırdın? Bana doğru söyle, aykırı konuşma” dedi.
- گفت بیدارم چرا کردی به جد ** راست گو با من مگو بر عکس و ضد
- İblis’in Muaviye’yi eşekten düşürmesi, kapalı konuşup bahaneler etmesi, Muaviye’nin ona cevap vermesi
- از خر افکندن ابلیس معاویه را و رو پوش و بهانه کردن و جواب گفتن معاویه او را
- Şeytan “Namaz vakti geldi. Hemen mescide koşmak gerek.
- گفت هنگام نماز آخر رسید ** سوی مسجد زود میباید دوید
- Mustafa, mana incisini delerek “Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın buyurdu” dedi.
- عجلوا الطاعات قبل الفوت گفت ** مصطفی چون در معنی میبسفت
- Muaviye “Hayır, hayır senin böyle bir maksadın olmaz. Bana hayra delil olasın, imkânı mı var?
- گفت نی نی این غرض نبود ترا ** که به خیری رهنما باشی مرا
- Hırsız, evime gizlice giriyor da “Bekçilik ediyorum” diyor. 2615
- دزد آید از نهان در مسکنم ** گویدم که پاسبانی میکنم
- Ben o hırsıza nasıl inanayım? Hırsız, sevabı, ecri ne bilir” dedi.
- من کجا باور کنم آن دزد را ** دزد کی داند ثواب و مزد را
- Yine İblis’in Muaviye’ye cevap vermesi
- باز جواب گفتن ابلیس معاویه را
- Şeytan dedi ki: “Biz, evvelce melektik. İbadet yoluna canla başla düzülmüştük.
- گفت ما اول فرشته بودهایم ** راه طاعت را به جان پیمودهایم
- Yol saliklerine mahremdik, Arş sakinlerine hemdem,
- سالکان راه را محرم بدیم ** ساکنان عرش را هم دم بدیم
- İlk sanat gönülden çıkar mı? İlk sevgi nasıl olurda unutulur?
- پیشهی اول کجا از دل رود ** مهر اول کی ز دل بیرون شود
- Seferde Rum diyarı ehlinden birisini yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar mı? 2620
- در سفر گر روم بینی یا ختن ** از دل تو کی رود حب الوطن
- Biz de bu şarabın sarhoşlarındandık, biz de kapısının âşıklarındandık.
- ما هم از مستان این می بودهایم ** عاشقان درگه وی بودهایم
- Göbeğimizi onun sevgisiyle kestik, sevgisini canımıza ektiler.
- ناف ما بر مهر او ببریدهاند ** عشق او در جان ما کاریدهاند
- Zamanede güzel günler gördük, baharda rahmet suları içtik.
- روز نیکو دیدهایم از روزگار ** آب رحمت خوردهایم اندر بهار
- Bizim varlığımızı da “Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemiş midir? Bizi de yoktan yaratan o değil mi?
- نه که ما را دست فضلش کاشته ست ** از عدم ما را نه او برداشته ست
- Ondan nice lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız. 2625
- ای بسا کز وی نوازش دیدهایم ** در گلستان رضا گردیدهایم
- Başımıza rahmet elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi.
- بر سر ما دست رحمت مینهاد ** چشمههای لطف از ما میگشاد
- Ben daha çocukken, süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O!
- وقت طفلیام که بودم شیر جو ** گاهوارم را که جنبانید او
- Onun sütünden başka kimden süt emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi?
- از که خوردم شیر غیر شیر او ** کی مرا پرورد جز تدبیر او
- Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır?
- خوی کان با شیر رفت اندر وجود ** کی توان آن را ز مردم واگشود
- Kerem denizi bir itapta, bulunsa bile, kerem kapılarını kapalı bırakır mı? 2630
- گر عتابی کرد دریای کرم ** بسته کی گردند درهای کرم
- Onun, asıl peşin ihsan ettiği para, lütuf ve vergisidir. Kahırsa, o paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir.
- اصل نقدش داد و لطف و بخشش است ** قهر بر وی چون غباری از غش است
- Âlemi lütfetmek için yarattı. Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu.
- از برای لطف عالم را بساخت ** ذرهها را آفتاب او نواخت
- Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
- فرقت از قهرش اگر آبستن است ** بهر قدر وصل او دانستن است
- Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
- تا دهد جان را فراقش گوشمال ** جان بداند قدر ایام وصال
- Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti. 2635
- گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است
- Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
- آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دستآلودی کنند
- Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
- نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم
- Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
- چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است
- Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
- کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب
- Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur. 2640
- من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است
- Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
- لطف سابق را نظاره میکنم ** هر چه آن حادث دو پاره میکنم
- Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
- ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
- Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
- هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین
- Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
- هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی
- Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım? 2645
- چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود
- Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
- آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم
- Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
- در بلا هم میچشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
- Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
- چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره
- Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!
- جزو شش از کل شش چون وارهد ** خاصه که بیچون مر او را کژ نهد
- Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir. 2650
- هر که در شش او درون آتش است ** اوش برهاند که خلاق شش است
- Küfür olsun, iman olsun, onun eliyle dokunmadır, onundur.”
- خود اگر کفر است و گر ایمان او ** دست باف حضرت است و آن او
- Muaviye’nin tekrar İblis’e İblis’in hilelerini anlatması
- باز تقریر کردن معاویه با ابلیس مکر او را
- Emîr ona dedi ki: “Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
- گفت امیر او را که اینها راست است ** لیک بخش تو ازینها کاست است
- Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
- صد هزاران را چو من تو ره زدی ** حفره کردی در خزینه آمدی