- Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin. 265
- تا تو تن را چرب و شیرین میدهی ** جوهر خود را نبینی فربهی
- Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
- گر میان مشک تن را جا شود ** روز مردن گند او پیدا شود
- Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı.
- مشک را بر تن مزن بر دل بمال ** مشک چه بود نام پاک ذو الجلال
- O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
- آن منافق مشک بر تن مینهد ** روح را در قعر گلخن مینهد
- Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!
- بر زبان نام حق و در جان او ** گندها از فکر بیایمان او
- Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. 270
- ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است
- O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
- آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است
- Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
- طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین
- Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
- کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
- Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
- اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
- Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. 275
- چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار
- Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
- تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
- Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
- ای برادر تو همان اندیشهای ** ما بقی تو استخوان و ریشهای
- Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
- گر گل است اندیشهی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمهی گلخنی
- Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
- گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
- Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
- طبلهها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
- جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
- گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
- طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
- حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
- پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
- قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
- تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
- چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
- چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
- دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان
- Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
- ز آن که روز است آینهی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
- Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
- حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
- Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
- پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایههاست
- Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
- عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز
- Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur. 295
- ز آن سبب فرمود یزدان و الضحی ** و الضحی نور ضمیر مصطفی
- Allah, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
- قول دیگر کین ضحی را خواست دوست ** هم برای آنکه این هم عکس اوست
- Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
- ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست
- Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
- لا أحب الآفلین گفت آن خلیل ** کی فنا خواهد از این رب جلیل
- “Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.
- باز و اللیل است ستاری او ** و آن تن خاکی زنگاری او
- Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi. 300
- آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک
- Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
- وصل پیدا گشت از عین بلا ** ز آن حلاوت شد عبارت ما قلی
- Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
- هر عبارت خود نشان حالتی است ** حال چون دست و عبارت آلتی است
- Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
- آلت زرگر به دست کفشگر ** همچو دانهی کشت کرده ریگ در
- Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.
- و آلت اسکاف پیش برزگر ** پیش سگ کاه استخوان در پیش خر
- “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan! 305
- بود انا الحق در لب منصور نور ** بود انا الله در لب فرعون زور
- Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.
- شد عصا اندر کف موسی گوا ** شد عصا اندر کف ساحر هبا
- İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Allah’ın o yüce adını belletmedi.
- زین سبب عیسی بدان همراه خود ** در نیاموزید آن اسم صمد
- Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı?
- کاو نداند نقص بر آلت نهد ** سنگ بر گل زن تو آتش کی جهد
- Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.
- دست و آلت همچو سنگ و آهن است ** جفت باید جفت شرط زادن است
- Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allah’tır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Allah da şüphe yoktur. 310
- آن که بیجفت است و بیآلت یکی است ** در عدد شک است و آن یک بیشکی است
- İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
- آن که دو گفت و سه گفت و بیش ازین ** متفق باشند در واحد یقین
- Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
- احولی چون دفع شد یکسان شوند ** دو سه گویان هم یکی گویان شوند
- Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
- گر یکی گویی تو در میدان او ** گرد بر میگرد از چوگان او
- Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
- گوی آن گه راست و بینقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود