- Kuru ağaç “Ben doğruyum, eğri değil. Niçin suçum yokken beni kesiyorsun der?” der. 2695
- خشک گوید راستم من کژ نیام ** تو چرا بیجرم میبری پیم
- Bahçıvan der ki: “Kutlu bir şey olsaydın da keşke eğri olsaydın, fakat yaş olsaydın!
- باغبان گوید اگر مسعودیای ** کاشکی کژ بودیای تر بودیای
- Öyle olsaydın Âbıhayatı çeker, dirilik suyu ile karışır, hayat bulurdun.
- جاذب آب حیاتی گشتهای ** اندر آب زندگی آغشتیای
- Tohumun kötüymüş, aslın kötüymüş, güzel bir ağaca ulaşamamışsın.
- تخم تو بد بوده است و اصل تو ** با درخت خوش نبوده وصل تو
- Güzel bir ağaç dalı, kötü bir ağaca aşılansa o güzellik, kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir.”
- شاخ تلخ ار با خوشی وصلت کند ** آن خوشی اندر نهادش بر زند
- Muaviye’nin Şeytan’a kızıp sert muamelede bulunması
- عنف کردن معاویه با ابلیس
- Emîr, Şeytana dedi ki: “Ey yol vurucu, delil getirme. Beni kandırmağa yol bulamazsın, yol arama. 2700
- گفت امیر ای راه زن حجت مگو ** مر ترا ره نیست در من ره مجو
- Sen bir dolandırıcısın ben de garip bir tacirim. Getirdiğin her elbiseyi nasıl alabilirim?
- ره زنی و من غریب و تاجرم ** هر لباساتی که آری کی خرم
- Kâfirlik edip pılımın, pırtımın etrafında dolaşma. Sen hiç kimsenin malına müşteri değilsin.
- گرد رخت من مگرد از کافری ** تو نه ای رخت کسی را مشتری
- Dolandırıcı müşteri olamaz. Müşteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden ibarettir.
- مشتری نبود کسی را راه زن ** ور نماید مشتری مکر است و فن
- Kim bilir, bu hasetçinin kabağında ne var? Tanrı, bu düşmanın elinden bizi kurtar, feryadımıza yetiş!
- تا چه دارد این حسود اندر کدو ** ای خدا فریاد ما را زین عدو
- Bir kere daha bana üfürür, beni bir kere daha afsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti! 2705
- گر یکی فصلی دگر در من دمد ** در رباید از من این ره زن نمد
- BASLIK YOK
- نالیدن معاویه به حضرت حق تعالی از ابلیس و نصرت خواستن
- Onun bu sözü duman gibidir. Ey Tanrı, elimi tut, yoksa kilimim elden gider.
- این حدیثش همچو دود است ای اله ** دست گیر ار نه گلیمم شد سیاه
- Bir delil getirmekle İblis’e üst olamam. Çünkü o, her yüce, her aşağılık kişinin fitnecisi, imtihancısıdır.
- من به حجت بر نیایم با بلیس ** کاوست فتنهی هر شریف و هر خسیس
- “Allemel esma” ya bey olan Âdem bile bu köpeğin yıldırım gibi koşuşuna karşı yaya kalmıştır.
- آدمی که علم الاسما بک است ** در تک چون برق این سگ بیتک است
- Şeytan, onu bile cennetten yeryüzüne atmıştır. Âdem bile Simâk burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş,
- از بهشت انداختش بر روی خاک ** چون سمک در شست او شد از سماک
- “Rabbenâ, zalemnâ” diye ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur. 2710
- نوحهی إنا ظلمنا میزدی ** نیست دستان و فسونش را حدی
- Onun her sözünde bir şey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir.
- اندرون هر حدیث او شر است ** صد هزاران سحر در وی مضمر است
- Erlerin erliklerini bir nefeste bağlar; kadının erkeğin hevesini bir nefeste arttırır.
- مردی مردان ببندد در نفس ** در زن و در مرد افروزد هوس
- Ey halkı yakıp yandıran fitneci İblis, niçin beni uyandırdın? Doğruyu söyle!
- ای بلیس خلق سوز فتنه جو ** بر چیام بیدار کردی راست گو
- BASLIK YOK
- باز تقریر ابلیس تلبیس خود را
- Şeytan, “Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da olsa doğruyu işitmez.
- گفت هر مردی که باشد بد گمان ** نشنود او راست را با صد نشان
- Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali artar. 2715
- هر درونی که خیالاندیش شد ** چون دلیل آری خیالش بیش شد
- Söz, o gönülde illet haline gelir; gazinin kılıcı hırsıza âlet olur.
- چون سخن دروی رود علت شود ** تیغ غازی دزد را آلت شود
- Bu takdirde, öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir. Ahmakla konuşmak deliliktir.
- پس جواب او سکوت است و سکون ** هست با ابله سخن گفتن جنون
- Ey ahmak, benim şerrimden Tanrı’ya ne ağlayıp sızlanıyorsun? Sen, o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan!
- تو ز من با حق چه نالی ای سلیم ** تو بنال از شر آن نفس لئیم
- Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
- تو خوری حلوا تو را دنبل شود ** تب بگیرد طبع تو مختل شود
- Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin? 2720
- بیگنه لعنت کنی ابلیس را ** چون نبینی از خود آن تلبیس را
- Bu, ey azgın, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
- نیست از ابلیس از تست ای غوی ** که چو روبه سوی دنبه میدوی
- Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
- چون که در سبزه ببینی دنبه را ** دام باشد این ندانی تو چرا
- Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
- ز آن ندانی کت ز دانش دور کرد ** میل دنبه چشم و عقلت کور کرد
- Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
- حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم
- Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de! 2725
- تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین
- Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
- من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
- Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
- متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن
- Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
- گرگ بیچاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است
- Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
- از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت
- Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
- باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
- Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte. 2730
- گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی میخواندت
- Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
- راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من
- Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
- گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیالاندیش پر اندیشهها
- Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
- گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است
- “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
- گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب
- Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. 2735
- دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ
- Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
- در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانهی دام دل است
- Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
- دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن
- Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
- چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم
- Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
- حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
- Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. 2740
- پس دروغ و عشوهات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد
- O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
- کژدم از گندم ندانست آن نفس ** میپرد تمییز از مست هوس
- Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
- خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
- Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
- هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
- Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
- شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
- Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
- قاضیی بنشاندند او میگریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست