English    Türkçe    فارسی   

2
2778-2827

  • Gece rüyasında hâtif ona“ Sen Âbıhayatı, derde dermen olan ameli aldın,
  • شب به خواب اندر بگفتش هاتفی ** که خریدی آب حیوان و شفا
  • O ahı seçmen, o âşıklar zümresine girmen yüzü suyu hürmetine de bütün cemaatin namazı kabul edildi” dedi.
  • حرمت این اختیار و این دخول ** شد نماز جمله‏ی خلقان قبول‏
  • İblis’in Muaviye’ye hilesini söylemesi hikâyesinin sonu
  • تتمه‏ی اقرار ابلیس به معاویه مکر خود را
  • Bunun üzerine Azazil dedi ki: “Ey emîr, artık hilemi açığa vurayım. 2780
  • پس عزازیلش به گفت ای میر راد ** مکر خود اندر میان باید نهاد
  • Eğer namazın fevt olsaydı gönlüne dert düşecek, ah ve figana başlayacaktın.
  • گر نمازت فوت می‏شد آن زمان ** می‏زدی از درد دل آه و فغان‏
  • O teessüf, o figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktır.
  • آن تاسف و آن فغان و آن نیاز ** در گذشتی از دو صد ذکر و نماز
  • Böyle bir ah, hicapları yakmasın diye korktum da seni, onun için uyandırdım.
  • من ترا بیدار کردم از نهیب ** تا بسوزاند چنان آهی حجاب‏
  • İstedim ki öyle bir ah etmeyesin, bu suretle de o yola sahip olmayasın.
  • تا چنان آهی نباشد مر ترا ** تا بدان راهی نباشد مر ترا
  • Ben hasetçiyim, işte böyle bir hasette bulundum. Düşmanım; işim, gücüm, hile ve kinden ibarettir” 2785
  • من حسودم از حسد کردم چنین ** من عدویم کار من مکر است و کین‏
  • Muaviye, bunun üzerine “ İşte şimdi doğruyu söyledin, senden bu beklenir, lâyığın budur.
  • گفت اکنون راست گفتی صادقی ** از تو این آید تو این را لایقی‏
  • Sen örümceksin, ancak sinek tutabilirsin. Hâlbuki ben sinek değilim, zahmet etme a köpek!
  • عنکبوتی تو مگس داری شکار ** من نیم ای سگ مگس زحمت میار
  • Ben akdoğanım, beni padişah avlar. Örümcek, etrafımızda nasıl olur da ağ örebilir?
  • باز اسپیدم شکارم شه کند ** عنکبوتی کی بگرد ما تند
  • Kudretin varken yürü, sinek avla, sinekleri bir ayran tası civarına çağır!
  • رو مگس می‏گیر تا تانی هلا ** سوی دوغی زن مگسها را صلا
  • Onları bala çağırsan bile bu çağırış, şüphe yok yalandır, çağırdığın şey de yine ayran! 2790
  • ور بخوانی تو به سوی انگبین ** هم دروغ و دوغ باشد آن یقین‏
  • Sen beni uyandırdın ama o uyandırış, uykunun ta kendisiydi. Bana gemi gösterdin ama gösterdiğin gemi, girdaptan ibaretti.
  • تو مرا بیدار کردی خواب بود ** تو نمودی کشتی آن گرداب بود
  • Sen beni, daha iyi bir hayırdan mahrum etmek için hayra sevkettin” dedi.
  • تو مرا در خیر ز آن می‏خواندی ** تا مرا از خیر بهتر راندی‏
  • Ev sahibinin, hırsızı yakalamak üzereyken birisinin seslenmesi yüzünden kaçırması
  • فوت شدن دزد به آواز دادن آن شخص صاحب خانه را که نزدیک آمده بود که دزد را دریابد و بگیرد
  • Bu, şuna benzer: Bir adam, odasında hırsız görüp kovalamaya başladı.
  • این بدان ماند که شخصی دزد دید ** در وثاق اندر پی او می‏دوید
  • Birkaç kere peşinden dolaştı, iyice terledi.
  • تا دو سه میدان دوید اندر پیش ** تا در افگند آن تعب اندر خویش‏
  • Nihayet son saldırışta hırsıza yaklaştı. Bir sıçrasa tutacaktı. 2795
  • اندر آن حمله که نزدیک آمدش ** تا بدو اندر جهد دریابدش‏
  • Biri “Buraya gel de belâ nişanelerini gör!
  • دزد دیگر بانگ کردش که بیا ** تا ببینی این علامات بلا
  • Çabuk ol savaş eri, çabuk gel de burada ki ahvali bir gör” diye bağırdı.
  • زود باش و باز گرد ای مرد کار ** تا ببینی حال اینجا زار زار
  • Adam, herhalde orada da bir hırsız olacak, hemen gitmezsem başıma belâ kesilecek,
  • گفت باشد کان طرف دزدی بود ** گر نگردم زود این بر من رود
  • Çoluğuma, çocuğuma el uzatacak. O vakit bunu tutmaktan ne faydam olur?
  • در زن و فرزند من دستی زند ** بستن این دزد سودم کی کند
  • Bu Müslüman, kerem edip beni çağırıyor. Hemencecik gitmezsem herhalde bir kötülüğü düşeceğim deyip. 2800
  • این مسلمان از کرم می‏خواندم ** گر نگردم زود پیش آید ندم‏
  • O iyilikçi Müslüman’ın şefkatine güvenerek hırsızı bıraktı yola düzüldü.
  • بر امید شفقت آن نیک خواه ** دزد را بگذاشت باز آمد به راه‏
  • Varıp “Aziz dost ne var? Böyle kimin elinden feryat ediyorsun ?” dedi.
  • گفت ای یار نکو احوال چیست ** این فغان و بانگ تو از دست کیست‏
  • Adam “İşte, hırsızın ayak izine bak. Hırsız çalacağını çalıp bu tarafa gitmiş.
  • گفت اینک بین نشان پای دزد ** این طرف رفته ست دزد زن بمزد
  • İşte o kaltabanın ayak izi. Yürü, bu izi izle, ardından koş!” dedi.
  • نک نشان پای دزد قلتبان ** در پی او رو بدین نقش و نشان‏
  • Adam “Be ahmak, sen ne söylüyorsun? Ben onu tutmuşum. 2805
  • گفت ای ابله چه می‏گویی مرا ** من گرفته بودم آخر مر و را
  • Sen bağırınca koyuverdim. Sen bir eşekmişsin meğerse. Bense seni adam sandım.
  • دزد را از بانگ تو بگذاشتم ** من تو خر را آدمی پنداشتم‏
  • Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmuştum, ayak izini ne yapayım?” dedi.
  • این چه ژاژست و چه هرزه ای فلان ** من حقیقت یافتم چه بود نشان‏
  • Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hatta belki de hırsızın ta kendisisin ve bu işi de mahsus yaptın.
  • گفت من از حق نشانت می‏دهم ** این نشان است از حقیقت آگهم‏
  • Öbürü “ Ben ayak izini gösteriyorum. İşin haki katından âgahım” dedi.
  • گفت طراری تو یا خود ابلهی ** بلکه تو دزدی و زین حال آگهی‏
  • Adam dedi ki: “Sen ya düzenbazsın, ya ahmak, belki de hırsızın ta kendisisin de işi biliyorsun. 2810
  • خصم خود را می‏کشیدم من کشان ** تو رهانیدی و را کاینک نشان‏
  • Ben hasmımı çeke, çeke yakalamak üzereydim. İşte ayak izi diye sen koyuverttin. Sen cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış, kurtulmuşum. Vuslatta delil ve âlamet olur mu?”
  • تو جهت گو من برونم از جهات ** در وصال آیات کو یا بینات‏
  • Sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır.
  • صنع بیند مرد محجوب از صفات ** در صفات آن است کاو گم کرد ذات‏
  • Oğul, Allah’a ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi?
  • واصلان چون غرق ذاتند ای پسر ** کی کنند اندر صفات او نظر
  • Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin?
  • چون که اندر قعر جو باشد سرت ** کی به رنگ آب افتد منظرت‏
  • Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı? Güzel bir halıyı bırakmış, köhne bir kilimi almış olursun. 2815
  • ور به رنگ آب باز آیی ز قعر ** پس پلاسی بستدی دادی تو شعر
  • Avamın ibadeti, havasın günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havasın hicabıdır.
  • طاعت عامه گناه خاصگان ** وصلت عامه حجاب خاص دان‏
  • Padişah bir veziri muhtesip yapsa, onun dostu değildir, düşmanıdır.
  • مر وزیری را کند شه محتسب ** شه عدوی او بود نبود محب‏
  • Mamafih o vezir belki suç işlemiştir. Böyle birden bire muameleyi değiştirmek elbette sebepsiz olamaz.
  • هم گناهی کرده باشد آن وزیر ** بی‏سبب نبود تغیر ناگزیر
  • Çünkü önce muhtesip olan kişiye baht ve devlet nasip olmuş demektir.
  • آن که ز اول محتسب بد خود و را ** بخت و روزی آن بده ست از ابتدا
  • Fakat önceden padişaha vezir olanı, sonra muhtesip yapmak kötü bir iş yaptığından olabilir. 2820
  • لیک آن کاول وزیر شه بده ست ** محتسب کردن سبب فعل بد است‏
  • Fakat padişah, seni eşikten huzuruna çağırmış, sonra tekrar eşiğe sürmüşse,
  • چون ترا شه ز آستانه پیش خواند ** باز سوی آستانه باز راند
  • Şüphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır.
  • تو یقین می‏دان که جرمی کرده‏ای ** جبر را از جهل پیش آورده‏ای‏
  • Kısmetim buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu?
  • که مرا روزی و قسمت این بده ست ** پس چرا دی بودت آن دولت به دست‏
  • Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Hâlbuki ehil olan kişi kısmetini artırır.
  • قسمت خود خود بریدی تو ز جهل ** قسمت خود را فزاید مرد اهل‏
  • Münafıkların Mescid-i Dırâr yapmaları
  • قصه‏ی منافقان و مسجد ضرار ساختن ایشان‏
  • Aykırı gidişe Kuran’dan getireceğimiz başka bir misal de dinlesen yerindedir. 2825
  • یک مثال دیگر اندر کژروی ** شاید ار از نقل قرآن بشنوی‏
  • Münafıklar, buna benzer bir çift- tek oyununu da Peygamberle oynamışlardı.
  • این چنین کژ بازیی در جفت و طاق ** با نبی می‏باختند اهل نفاق‏
  • “Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Hâlbuki bu mürtetlikten başka bir şey değildi.
  • کز برای عز دین احمدی ** مسجدی سازیم و بود آن مرتدی‏