English    Türkçe    فارسی   

2
29-78

  • Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
  • هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن‏
  • Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur. 30
  • چون که مومن آینه‏ی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود
  • Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
  • یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینه‏ای جان دم مزن‏
  • Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
  • تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت‏
  • Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
  • کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت‏
  • O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
  • آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت‏
  • Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti. 35
  • در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف‏
  • “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
  • گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است‏
  • Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
  • پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
  • Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
  • یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایه‏ی ناموس بود
  • Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
  • خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست‏
  • Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar. 40
  • چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند
  • Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
  • ز آنکه بی‏گل‏زار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است‏
  • Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
  • آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی‏
  • Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
  • آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست‏
  • Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
  • خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست‏
  • İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin! 45
  • مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری‏
  • Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
  • بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
  • Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
  • حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان‏
  • Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
  • راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
  • Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
  • پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس‏
  • Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar? 50
  • اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند
  • Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
  • حس ابدان قوت ظلمت می‏خورد ** حس جان از آفتابی می‏چرد
  • Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
  • ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب‏
  • Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
  • ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت‏
  • Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
  • گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی‏
  • Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri! 55
  • تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش‏
  • Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
  • روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
  • Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
  • از تو ای بی‏نقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیره‏سر
  • Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
  • گه مشبه را موحد می‏کند ** گه موحد را صور ره می‏زند
  • Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.
  • گه ترا گوید ز مستی بو الحسن ** یا صغیر السن یا رطب البدن‏
  • Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar. 60
  • گاه نقش خویش ویران می‏کند ** از پی تنزیه جانان می‏کند
  • Duygu gözünün mezhebi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünnî’dir.
  • چشم حس را هست مذهب اعتزال ** دیده‏ی عقل است سنی در وصال‏
  • İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
  • سخره‏ی حس‏اند اهل اعتزال ** خویش را سنی نمایند از ضلال‏
  • Duyguda kalan kişi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
  • هر که در حس ماند او معتزلی ست ** گر چه گوید سنیم از جاهلی ست‏
  • Duygudan çıkan kişi Sünnî’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür.
  • هر که بیرون شد ز حس سنی وی است ** اهل بینش چشم عقل خوش پی است‏
  • Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Allah’ı görürdü. 65
  • گر بدیدی حس حیوان شاه را ** پس بدیدی گاو و خر الله را
  • Sende hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.
  • گر نبودی حس دیگر مر ترا ** جز حس حیوان ز بیرون هوا
  • Âdemoğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra mahrem olurlardı?
  • پس بنی آدم مکرم کی بدی ** کی به حس مشترک محرم شدی‏
  • Sen suretten kurtulmadıkça Allah ya surete sığmaz yahut sığar demen, aslı olmayan bir sözden ibarettir.
  • نا مصور یا مصور گفتننت ** باطل آمد بی ز صورت رستنت
  • Tasvire sığar yahut sığmaz bahsi; tamamıyla iç olmuş, suretten kurtulmuş adamın harcıdır.
  • نامصور یا مصور پیش اوست ** کاو همه مغز است و بیرون شد ز پوست‏
  • Eğer körsen köre teklif yoktur. Değilsen yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır. 70
  • گر تو کوری نیست بر اعمی حرج ** ور نه رو کالصبر مفتاح الفرج‏
  • Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de yakar, göğüsleri gönülleri de yarıp açar.
  • پرده‏های دیده را داروی صبر ** هم بسوزد هم بسازد شرح صدر
  • Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan, topraktan hariç suretler görürsün.
  • آینه‏ی دل چون شود صافی و پاک ** نقشها بینی برون از آب و خاک‏
  • Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
  • هم ببینی نقش و هم نقاش را ** فرش دولت را و هم فراش را
  • Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta.
  • چون خلیل آمد خیال یار من ** صورتش بت معنی او بت شکن‏
  • Allah’a şükür olsun ki o zahir olunca can, onun hayalinden, kendi hayalini gördü. 75
  • شکر یزدان را که چون شد او پدید ** در خیالش جان خیال خود بدید
  • Kapısının toprağı, gönlümü teshir etti. Senin toprağına karşı ululananın toprak başına.
  • خاک درگاهت دلم را می‏فریفت ** خاک بر وی کاو ز خاکت می‏شکیفت‏
  • Dedim ki; Eğer güzelsem bu güzelliği onun lütfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten çirkinlikler bile bana güler!
  • گفتم ار خوبم پذیرم این از او ** ور نه خود خندید بر من زشت رو
  • Çaresi şu: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim?
  • چاره آن باشد که خود را بنگرم ** ور نه او خندد مرا من کی خرم‏