English    Türkçe    فارسی   

2
2940-2989

  • Bu takdirde kumaş tanımak pek kolaylaşırdı. Mademki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor? 2940
  • پس بود کالا شناسی سخت سهل ** چون که عیبی نیست چه نااهل و اهل‏
  • Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir.
  • ور همه عیب است دانش سود نیست ** چون همه چوب است اینجا عود نیست‏
  • Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de şakîdir.
  • آن که گوید جمله حقند احمقی است ** و انکه گوید جمله باطل او شقی است‏
  • Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse ziyan!
  • تاجران انبیا کردند سود ** تاجران رنگ و بو کور و کبود
  • Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak!
  • می‏نماید مار اندر چشم مال ** هر دو چشم خویش را نیکو بمال‏
  • Bu alışverişe gıpta ile bakma, Firavunla Semud kavminin ziyanını gör! 2945
  • منگر اندر غبطه‏ی این بیع و سود ** بنگر اندر خسر فرعون و ثمود
  • Hayır ve şerri anlaşılsın diye her şeyi sınama
  • امتحان هر چیزی تا ظاهر شود خیر و شری که در وی است‏
  • Şu göğe defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu.
  • اندر این گردون مکرر کن نظر ** ز انکه حق فرمود ثم ارجع بصر
  • Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?”
  • یک نظر قانع مشو زین سقف نور ** بارها بنگر ببین هل من فطور
  • Allah, sana “ Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak” dedi.
  • چون که گفتت کاندر این سقف نکو ** بارها بنگر چو مرد عیب جو
  • Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!
  • پس زمین تیره را دانی که چند ** دیدن و تمییز باید در پسند
  • Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım. 2950
  • تا بپالاییم صافان را ز درد ** چند باید عقل ما را رنج برد
  • Kış ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar,
  • امتحانهای زمستان و خزان ** تاب تابستان بهار همچو جان‏
  • Yeller, bulutlar, şimşekler, hep hâdiselerin zuhur etmesi;
  • بادها و ابرها و برقها ** تا پدید آرد عوارض فرق‏ها
  • Rengi toprak olan yerin, yeninde, yakasında bulunan lâlle, âdi taşı meydana çıkarması içindir.
  • تا برون آرد زمین خاک رنگ ** هر چه اندر جیب دارد لعل و سنگ‏
  • Bu abus suratlı toprak, Hak hazinesinden, kerem deryasından ne çalmışsa,
  • هر چه دزدیده ست این خاک دژم ** از خزانه‏ی حق و دریای کرم‏
  • Takdir şahnesi, hadi der, doğru söyle aldığın neyse bir kılına kadar anlat! 2955
  • شحنه‏ی تقدیر گوید راست گو ** آن چه بردی شرح واده مو به مو
  • Hırsız, yani toprak “ Hiçbir şey almadım, hiçbir şey” derse de şahne, onu durmadan çekiştirip durur, eğip büker.
  • دزد یعنی خاک گوید هیچ هیچ ** شحنه او را در کشد در پیچ پیچ‏
  • Şahne, ona gâh şeker gibi lâtif sözler söyler; gâh onu asar, en kötü işkencelerde bulunur.
  • شحنه گاهش لطف گوید چون شکر ** گه بر آویزد کند هر چه بتر
  • Bu suretle kahırla, lütufla, korku ve can ateşinin tesiriyle o gizli şeylerin açığa vurulmasına gayret eder.
  • تا میان قهر و لطف آن خفیه‏ها ** ظاهر آید ز آتش خوف و رجا
  • O baharlar, Kibriya, şahnesinin lütfudur. Hazan da Allah’ın korkutması, tehdit etmesidir.
  • آن بهاران لطف شحنه‏ی کبریاست ** و آن خزان تخویف و تهدید خداست‏
  • Kış da “ Ey gizli hırsız, meydana çık” diye manevi bir çarmıhtır. 2960
  • و آن زمستان چار میخ معنوی ** تا تو ای دزد خفی ظاهر شوی‏
  • Savaş erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır; derde, gıllıgüşa düşer.
  • پس مجاهد را زمانی بسط دل ** یک زمانی قبض و درد و غش و غل‏
  • Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık, münkirdir. Canların ziyasının hırsızıdır.
  • ز انکه این آب و گلی کابدان ماست ** منکر و دزد و ضیای جان ماست‏
  • Ulu Allah, ey yiğit; sıcağı soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir.
  • حق تعالی گرم و سرد و رنج و درد ** بر تن ما می‏نهد ای شیر مرد
  • Bütün bunlar, korku, açlık, malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.
  • خوف و جوع و نقص اموال و بدن ** جمله بهر نقد جان ظاهر شدن‏
  • Vaatlerle tehditler, bu birbirine karışmış olan iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir. 2965
  • این وعید و وعده‏ها انگیخته ست ** بهر این نیک و بدی کامیخته ست‏
  • Hakla, bâtıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı,
  • چون که حق و باطلی آمیختند ** نقد و قلب اندر حرمدان ریختند
  • Ayırt etmek için hakikatleri sınamış, görmüş bir mehenk gerektir ki,
  • پس محک می‏بایدش بگزیده‏ای ** در حقایق امتحانها دیده‏ای‏
  • Bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esası olsun.
  • تا شود فاروق این تزویرها ** تا بود دستور این تدبیرها
  • Ey Musa’nın anası, Musa’ya süt ver, belâya düşeceğini düşünme, suya at!
  • شیر ده ای مادر موسی و را ** و اندر آب افکن میندیش از بلا
  • Kim, Elest gününde o sütü emmişse Musa gibi sütü fark eder. 2970
  • هر که در روز أ لست آن شیر خورد ** همچو موسی شیر را تمییز کرد
  • Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen şimdi onu emzir de,
  • گر تو بر تمییز طفلت مولعی ** این زمان یا ام موسی ارضعی‏
  • Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılışı kötü dadılara teslim olmasın.
  • تا ببیند طعم شیر مادرش ** تا فرو ناید بدایه‏ی بد سرش‏
  • Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
  • شرح فایده‏ی حکایت آن شخص شتر جوینده‏
  • Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte.
  • اشتری گم کرده‏ای ای معتمد ** هر کسی ز اشتر نشانت می‏دهد
  • Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
  • تو نمی‏دانی که آن اشتر کجاست ** لیک دانی کاین نشانیها خطاست‏
  • Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar. 2975
  • و انکه اشتر گم نکرد او از مری ** همچو آن گم کرده جوید اشتری‏
  • “ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim” der.
  • که بلی من هم شتر گم کرده‏ام ** هر که یابد اجرتش آورده‏ام‏
  • Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle bir oyuna girişir.
  • تا در اشتر با تو انبازی کند ** بهر طمع اشتر این بازی کند
  • Sen, kime “ Bu söylediklerin yanlış” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler.
  • هر چه را گویی خطا بود آن نشان ** او به تقلید تو می‏گوید همان‏
  • O, yanlış nişaneyle doğrusunu ayırt edemez ama senin sözün, o mukallidin aşasıdır, ona dayanır.
  • او نشان کژ بنشناسد ز راست ** لیک گفتت آن مقلد را عصاست‏
  • Doğru ve benzer bir nişane verirlerse inanırsın, şüphen kalmaz. 2980
  • چون نشان راست گویند و شبیه ** پس یقین گردد ترا لا ریب فیه‏
  • O nişane, hasta canına şifa olur, benzinin rengi yerine gelir, iyileşir, kuvvetlenirsin.
  • آن شفای جان رنجورت شود ** رنگ روی و صحت و زورت شود
  • Gözün ışıklanır, ayağın tutar, yürür, cismin can olur, canın tamamıyla ruh kesilir.
  • چشم تو روشن شود پایت دوان ** جسم تو جان گردد و جانت روان‏
  • “ Doğru söyledin ey emniyetli kişi, bu nişaneler, tamamıyla deveme ait.
  • پس بگویی راست گفتی ای امین ** این نشانیها بلاغ آمد مبین‏
  • Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller, bu nişaneler, devemi gördüğüne delâlet etmekte, âdeta Berat ve Kadir, âdeta kurtuluşun ta kendisi”
  • فیه آیات ثقات بینات ** این براتی باشد و قدر نجات‏
  • Der, bu nişaneleri vereni “Haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düş de, 2985
  • این نشان چون داد گویی پیش رو ** وقت آهنگ است پیش آهنگ شو
  • Ben senin ardınca geleyim. Doğru sözlü kişi, devemin kokusunu aldın, şimdi de nerede, göster” diye onu öne salarsın.
  • پی روی تو کنم ای راست گو ** بوی بردی ز اشترم بنما که کو
  • Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin,
  • پیش آن کس که نه صاحب اشتری ست ** کاو در این جست شتر بهر مری ست‏
  • Bu doğru nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanışı ona da akseder.
  • زین نشان راست نفزودش یقین ** جز ز عکس ناقه جوی راستین‏
  • Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var!
  • بوی برد از جد و گرمیهای او ** که گزافه نیست این هیهای او