English    Türkçe    فارسی   

2
2971-3020

  • Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen şimdi onu emzir de,
  • Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılışı kötü dadılara teslim olmasın.
  • Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
  • Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte.
  • Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
  • Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar. 2975
  • “ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim” der.
  • Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle bir oyuna girişir.
  • Sen, kime “ Bu söylediklerin yanlış” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler.
  • O, yanlış nişaneyle doğrusunu ayırt edemez ama senin sözün, o mukallidin aşasıdır, ona dayanır.
  • Doğru ve benzer bir nişane verirlerse inanırsın, şüphen kalmaz. 2980
  • O nişane, hasta canına şifa olur, benzinin rengi yerine gelir, iyileşir, kuvvetlenirsin.
  • Gözün ışıklanır, ayağın tutar, yürür, cismin can olur, canın tamamıyla ruh kesilir.
  • “ Doğru söyledin ey emniyetli kişi, bu nişaneler, tamamıyla deveme ait.
  • Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller, bu nişaneler, devemi gördüğüne delâlet etmekte, âdeta Berat ve Kadir, âdeta kurtuluşun ta kendisi”
  • Der, bu nişaneleri vereni “Haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düş de, 2985
  • Ben senin ardınca geleyim. Doğru sözlü kişi, devemin kokusunu aldın, şimdi de nerede, göster” diye onu öne salarsın.
  • Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin,
  • Bu doğru nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanışı ona da akseder.
  • Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var!
  • Bu deve arayışı doğru değil ama o da bir deve kaybetmiştir. 2990
  • Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örter de kendi kaybını unutturur.
  • Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye dost ve yoldaş olur.
  • Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı, ansızın doğru olur.
  • Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir.
  • Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadaşının devesinden tamahını keser. 2995
  • Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur.
  • Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an hakikaten deveye talip kesilir. Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller.
  • Ondan sonra yalnızca yürümeye başlar, gözünü kendi devesine açar.
  • Asıl deve arayan “Beni bıraktın mı, hâlbuki şimdiye kadar arkadaşlık ettik” deyince,
  • “ Şimdiye kadar abes bir şeyle meşguldüm, tamahtan sana yaltaklanıp duruyordum. 3000
  • Bu arayışta senden zahiren, cismen ayrıldım ama asıl şimdi seninle derttaş oldum.
  • Şimdiye kadar devenin evsafını senden çalmıştım. Hâlbuki şimdi canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu.
  • Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat şimdi bakır mağlûp oldu, altın üst geldi.
  • Bütün suçlarım, şükür olsun, ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk kaldı.
  • Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma. 3005
  • Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı.
  • Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
  • Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
  • Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
  • Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş! 3010
  • Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
  • O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
  • Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
  • Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
  • Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre! 3015
  • Her an bir Mescidi Dırâr var
  • Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
  • Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
  • Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
  • Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
  • Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi. 3020