- Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.   300
 
		    - آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
 
		    - وصل پیدا گشت از عین بلا ** ز آن حلاوت شد عبارت ما قلی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
 
		    - هر عبارت خود نشان حالتی است ** حال چون دست و عبارت آلتی است
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
 
		    - آلت زرگر به دست کفشگر ** همچو دانهی کشت کرده ریگ در
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.
 
		    - و آلت اسکاف پیش برزگر ** پیش سگ کاه استخوان در پیش خر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan!   305
 
		    - بود انا الحق در لب منصور نور ** بود انا الله در لب فرعون زور
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.
 
		    - شد عصا اندر کف موسی گوا ** شد عصا اندر کف ساحر هبا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Allah’ın o yüce adını belletmedi.
 
		    - زین سبب عیسی بدان همراه خود ** در نیاموزید آن اسم صمد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı?
 
		    - کاو نداند نقص بر آلت نهد ** سنگ بر گل زن تو آتش کی جهد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.
 
		    - دست و آلت همچو سنگ و آهن است ** جفت باید جفت شرط زادن است
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allah’tır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Allah da şüphe yoktur.   310
 
		    - آن که بیجفت است و بیآلت یکی است ** در عدد شک است و آن یک بیشکی است
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
 
		    - آن که دو گفت و سه گفت و بیش ازین ** متفق باشند در واحد یقین
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
 
		    - احولی چون دفع شد یکسان شوند ** دو سه گویان هم یکی گویان شوند
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
 
		    - گر یکی گویی تو در میدان او ** گرد بر میگرد از چوگان او
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
 
		    - گوی آن گه راست و بینقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!   315
 
		    - گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
 
		    - پس کلام پاک در دلهای کور ** مینپاید میرود تا اصل نور
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
 
		    - و آن فسون دیو در دلهای کژ ** میرود چون کفش کژ در پای کژ
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
 
		    - گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
 
		    - ور چه بنویسی نشانش میکنی ** ور چه میلافی بیانش میکنی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.   320
 
		    - او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
 
		    - ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دستآموز تو
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
 
		    - او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانهی روستا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	      
		  
		  - Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
 
		  - یافتن پادشاه باز را به خانهی کمپیر زن
 
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
 
		    - دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو میآرد بیخت
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
 
		    - تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu.   325
 
		    - پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
 
		    - گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
 
		    - دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
 
		    - مهر جاهل را چنین دان ای رفیق ** کژ رود جاهل همیشه در طریق
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
 
		    - روز شه در جستجو بیگاه شد ** سوی آن کمپیر و آن خرگاه شد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.   330
 
		    - دید ناگه باز را در دود و گرد ** شه بر او بگریست زار و نوحه کرد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
 
		    - گفت هر چند این جز ای کار تست ** که نباشی در وفای ما درست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
 
		    - چون کنی از خلد زی دوزخ فرار ** غافل از لا یستوی اصحاب نار
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
 
		    - این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانهی گنده پیر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
 
		    - باز میمالید پر بر دست شاه ** بیزبان میگفت من کردم گناه
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın?   335
 
		    - پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
 
		    - لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
 
		    - رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
 
		    - خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
 
		    - چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer.   340
 
		    - هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
 
		    - گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
 
		    - باز گفت ای شه پشیمان میشوم ** توبه کردم نو مسلمان میشوم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
 
		    - آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
 
		    - گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur.   345
 
		    - ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
 
		    - گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
 
		    - آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
 
		    - در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
 
		    - قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق