English    Türkçe    فارسی   

2
3022-3071

  • Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
  • پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرق‏ها و فصل‏هاست‏
  • Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
  • نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
  • Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
  • گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان‏
  • Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma. 3025
  • بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار
  • Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
  • بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی‏
  • Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
  • حکایت هندو که با یار خود جنگ می‏کرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست‏
  • Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
  • چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
  • Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.
  • هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
  • Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
  • موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست‏
  • Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” dedi. 3030
  • گفت آن هندوی دیگر از نیاز ** هی سخن گفتی و باطل شد نماز
  • Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
  • آن سوم گفت آن دوم را ای عمو ** چه زنی طعنه بر او خود را بگو
  • Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi.
  • آن چهارم گفت حمد الله که من ** در نیفتادم به چه چون آن سه تن‏
  • Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
  • پس نماز هر چهاران شد تباه ** عیب گویان بیشتر گم کرده راه‏
  • Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
  • ای خنک جانی که عیب خویش دید ** هر که عیبی گفت آن بر خود خرید
  • Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! 3035
  • ز انکه نیم او ز عیبستان بده ست ** و آن دگر نیمش ز غیبستان بده ست‏
  • Mademki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın.
  • چون که بر سر مر ترا ده ریش هست ** مرهمت بر خویش باید کار بست‏
  • Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadîsine mazhar olur.
  • عیب کردن ریش را داروی اوست ** چون شکسته گشت جای ارحمواست‏
  • Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
  • گر همان عیبت نبود ایمن مباش ** بو که آن عیب از تو گردد نیز فاش‏
  • Allahtan “Emin olmayın” sözünü duymadın mı? Peki, o halde neden müsterih ve emin oluyorsun?
  • لا تخافوا از خدا نشنیده‏ای ** پس چه خود را ایمن و خوش دیده‏ای‏
  • İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu? 3040
  • سالها ابلیس نیکو نام زیست ** گشت رسوا بین که او را نام چیست‏
  • Yüceliği âlemde tanınmıştı; aksiyle tanındı, yazık!
  • در جهان معروف بد علیای او ** گشت معروفی بعکس ای وای او
  • Emin değilsen, tanınmayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster.
  • تا نه ای ایمن تو معروفی مجو ** رو بشو از خوف پس بنمای رو
  • Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama.
  • تا نروید ریش تو ای خوب من ** بر دگر ساده ز نخ طعنه مزن‏
  • Şu işe bak: Şeytan, belâlara düştü de sana ibret oldu.
  • این نگر که مبتلا شد جان او ** در چهی افتاد تا شد پند تو
  • Sen belâya uğrayıp ona ibret olmadın o zehri içti, sen şerbetini iç (ibret almana bak!). 3045
  • تو نیفتادی که باشی پند او ** زهر او نوشید تو خور قند او
  • Oğuzların, birini korkutmak için başka birini öldürmeye kalkışmaları
  • قصد کردن غزان به کشتن یک مردی تا آن دگر بترسد
  • Kan dökücü Oğuz Türkleri, malları yağma etmek üzere bir köye girdiler.
  • آن غزان ترک خونریز آمدند ** بهر یغما بر دهی ناگه زدند
  • O köyün eşrafından iki kişi yakalayıp birini öldürmeye niyet ettiler.
  • دو کس از اعیان آن ده یافتند ** در هلاک آن یکی بشتافتند
  • Öldürmek üzere elini bağladıkları zaman dedi ki: “Padişahlar, yüce erler.
  • دست بستندش که قربانش کنند ** گفت ای شاهان و ارکان بلند
  • Niye benim kanıma kastediyorsunuz. Neden benim kanıma susadınız?
  • در چه مرگم چرا می‏افگنید ** از چه آخر تشنه‏ی خون منید
  • Öldürülmemde ki maksat, garaz ne? Görüyorsunuz ya, gördüğünüz gibi yoksulum, çırçıplak bir adamım” 3050
  • چیست حکمت چه غرض در کشتنم ** چون چنین درویشم و عریان تنم‏
  • Oğuzların biri “ Arkadaşın korksun, ürksün de altınları çıkarsın diye öldürüyoruz” dedi.
  • گفت تا هیبت بر این یارت زند ** تا بترسد او و زر پیدا کند
  • Adam “O benden yoksul” deyince Oğuz, “Haber verdiler onun altını var” dedi.
  • گفت آخر او ز من مسکین‏تر است ** گفت قاصد کرده است او را زر است‏
  • Adam dedi ki: “Mademki bizim ikimizden bir şey umuyorsunuz,
  • گفت چون وهم است ما هر دو یک‏ایم ** در مقام احتمال و در شک‏ایم‏
  • Evvelâ onu öldürün de ben korkayım, altınların yerini göstereyim!”
  • خود و را بکشید اول ای شهان ** تا بترسم من دهم زر را نشان‏
  • Şimdi sen de Allah’ın keremine bak ki biz âhir zamanda geldik. 3055
  • پس کرمهای الهی بین که ما ** آمدیم آخر زمان در انتها
  • Zamanlardan sonuncusu, ilk devirlerden daha üstündür. Hadiste “ Ahirûnes Sâbikun” denmektedir.
  • آخرین قرنها پیش از قرون ** در حدیث است آخرون السابقون‏
  • Merhamet sahibi Allah, Nûh ve Hûd kavimlerinin helâkini bize gösterdi;
  • تا هلاک قوم نوح و قوم هود ** عارض رحمت به جان ما نمود
  • Biz korkalım, ibret alalım diye onları kahretti. Ya aksi olsaydı vay haline!
  • کشت ایشان را که ما ترسیم از او ** ور خود این بر عکس کردی وای تو
  • Kendisine tapanların (peygamber ve velilerin Aleyhimüsselâm) varlıkları nimetken buna şükretmeyenlerin hali
  • بیان حال خود پرستان و ناشکران در نعمت وجود انبیا و اولیا علیهم السلام‏
  • Peygamberlerden hangisi, suça, ayıba dair bir şey söylediyse taş gibi katı gönül’e, kapkara cana,
  • هر ک از ایشان گفت از عیب و گناه ** وز دل چون سنگ وز جان سیاه‏
  • Allah fermanlarına ehemmiyet vermemeye, yarın ki ahret gününü düşünmeyip rahatça keyfine bakmaya, 3060
  • و ز سبک داری فرمان‏های او ** و ز فراغت از غم فردای او
  • Bu aşağılık dünyaya heves etmeye, bu aşağılık dünyaya âşık, karılar gibi nefse zebun olmaya,
  • و ز هوس و ز عشق این دنیای دون ** چون زنان مر نفس را بودن زبون‏
  • Nasihat edenlerden kaçmaya, temiz kişilerle buluşmaktan çekinmeye,
  • و آن فرار از نکته‏های ناصحان ** و آن رمیدن از لقای صالحان‏
  • Gönül’e, gönül ehline karşı yabancı durmaya, padişahlara hile düzmeye, onlara karşı tilkilik yapmaya kalkışmaya,
  • با دل و با اهل دل بیگانگی ** با شهان تزویر و روبه‏شانگی‏
  • Gözü tok kişileri yoksul sanmaya, onlara haset edip gizlice düşman olmaya dair söyledi.
  • سیر چشمان را گدا پنداشتن ** از حسدشان خفیه دشمن داشتن‏
  • Onlardan biri verdiğin bir şeyi kabul ederse yoksul dersin, kabul etmezse riyakâr ve mürai! 3065
  • گر پذیرد چیز تو گویی گداست ** ور نه گویی زرق و مکر است و دغاست‏
  • İnsanlara karışırsa tamahkâr dersin. Karışmaz, çekingen davranırsa kibirli!
  • گر در آمیزد تو گویی طامع است ** ور نه گویی در تکبر مولع است‏
  • Yahut da münafıklar gibi “Çoluğun, çocuğun nafakasını kazanmaya uğraşıyorum,
  • یا منافق‏وار عذر آری که من ** مانده‏ام در نفقه‏ی فرزند و زن‏
  • Ne başımı kaşımaya vaktim var, ne din kaydına düşüp ibadet etmeğe!
  • نه مرا پروای سر خاریدن است ** نه مرا پروای دین ورزیدن است‏
  • Lûtfet, bizi himmetle bir an da sonunda biz de velilerden olalım” diye mazeret serdedersin.
  • ای فلان ما را به همت یاد دار ** تا شویم از اولیا پایان کار
  • Fakat bu sözde, dertten, aşktan değildir. Âdeta uyuyan bir adamın bir aralık uyanıp sayıklayarak tekrar uykuya dalmasına benzer. 3070
  • این سخن نه هم ز درد و سوز گفت ** خوابناکی هرزه گفت و باز خفت‏
  • “Ayalimin rızkını kazanmaktan başka bir şey yapamıyorum. Ne çare? Dişimle, tırnağımla çalışıp çabalıyor, helâlinden kazanıyorum” dersin.
  • هیچ چاره نیست از قوت عیال ** از بن دندان کنم کسب حلال‏