- Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.
- دست و آلت همچو سنگ و آهن است ** جفت باید جفت شرط زادن است
- Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allah’tır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Allah da şüphe yoktur. 310
- آن که بیجفت است و بیآلت یکی است ** در عدد شک است و آن یک بیشکی است
- İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
- آن که دو گفت و سه گفت و بیش ازین ** متفق باشند در واحد یقین
- Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
- احولی چون دفع شد یکسان شوند ** دو سه گویان هم یکی گویان شوند
- Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
- گر یکی گویی تو در میدان او ** گرد بر میگرد از چوگان او
- Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
- گوی آن گه راست و بینقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
- Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver! 315
- گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش
- Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
- پس کلام پاک در دلهای کور ** مینپاید میرود تا اصل نور
- Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
- و آن فسون دیو در دلهای کژ ** میرود چون کفش کژ در پای کژ
- Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
- گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری
- İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
- ور چه بنویسی نشانش میکنی ** ور چه میلافی بیانش میکنی
- O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar. 320
- او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز
- Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
- ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دستآموز تو
- Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
- او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانهی روستا
- Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
- یافتن پادشاه باز را به خانهی کمپیر زن
- Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
- دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو میآرد بیخت
- O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
- تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
- Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu. 325
- پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد
- ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
- گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
- Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
- دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
- Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
- مهر جاهل را چنین دان ای رفیق ** کژ رود جاهل همیشه در طریق
- Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
- روز شه در جستجو بیگاه شد ** سوی آن کمپیر و آن خرگاه شد
- Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı. 330
- دید ناگه باز را در دود و گرد ** شه بر او بگریست زار و نوحه کرد
- Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
- گفت هر چند این جز ای کار تست ** که نباشی در وفای ما درست
- Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
- چون کنی از خلد زی دوزخ فرار ** غافل از لا یستوی اصحاب نار
- Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
- این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانهی گنده پیر
- Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
- باز میمالید پر بر دست شاه ** بیزبان میگفت من کردم گناه
- Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın? 335
- پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم
- Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
- لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
- Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
- رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
- Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
- خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی
- Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
- چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
- Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer. 340
- هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا
- Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
- گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین
- Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
- باز گفت ای شه پشیمان میشوم ** توبه کردم نو مسلمان میشوم
- Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
- آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
- Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
- گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
- Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur. 345
- ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم
- Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
- گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم
- Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
- آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم
- Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
- در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
- Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
- قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق
- Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. 350
- موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش
- Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
- هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست
- Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
- نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
- Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
- احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین
- Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
- تا بداند سعد و نحس بیخبر ** دور تست این دور نه دور قمر
- Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. 355
- دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو میبرد زین دورت مقیم
- Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
- چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی میدمید
- “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
- گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است
- Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
- غوطه ده موسای خود را در بحار ** از میان دورهی احمد بر آر