- Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
- یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینهای جان دم مزن
- Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
- تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت
- Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
- کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت
- O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
- آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت
- Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti. 35
- در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف
- “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
- گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است
- Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
- پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
- Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
- یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایهی ناموس بود
- Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
- خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست
- Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar. 40
- چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند
- Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
- ز آنکه بیگلزار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است
- Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
- آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی
- Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
- آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست
- Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
- خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست
- İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin! 45
- مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری
- Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
- بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
- Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
- حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان
- Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
- راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
- Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
- پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس
- Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar? 50
- اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند
- Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
- حس ابدان قوت ظلمت میخورد ** حس جان از آفتابی میچرد
- Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
- ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب
- Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
- ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت
- Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
- گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی
- Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri! 55
- تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش
- Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
- روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
- Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
- از تو ای بینقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیرهسر
- Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
- گه مشبه را موحد میکند ** گه موحد را صور ره میزند
- Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.
- گه ترا گوید ز مستی بو الحسن ** یا صغیر السن یا رطب البدن
- Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar. 60
- گاه نقش خویش ویران میکند ** از پی تنزیه جانان میکند
- Duygu gözünün mezhebi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünnî’dir.
- چشم حس را هست مذهب اعتزال ** دیدهی عقل است سنی در وصال
- İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
- سخرهی حساند اهل اعتزال ** خویش را سنی نمایند از ضلال
- Duyguda kalan kişi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
- هر که در حس ماند او معتزلی ست ** گر چه گوید سنیم از جاهلی ست
- Duygudan çıkan kişi Sünnî’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür.
- هر که بیرون شد ز حس سنی وی است ** اهل بینش چشم عقل خوش پی است
- Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Allah’ı görürdü. 65
- گر بدیدی حس حیوان شاه را ** پس بدیدی گاو و خر الله را
- Sende hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.
- گر نبودی حس دیگر مر ترا ** جز حس حیوان ز بیرون هوا
- Âdemoğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra mahrem olurlardı?
- پس بنی آدم مکرم کی بدی ** کی به حس مشترک محرم شدی
- Sen suretten kurtulmadıkça Allah ya surete sığmaz yahut sığar demen, aslı olmayan bir sözden ibarettir.
- نا مصور یا مصور گفتننت ** باطل آمد بی ز صورت رستنت
- Tasvire sığar yahut sığmaz bahsi; tamamıyla iç olmuş, suretten kurtulmuş adamın harcıdır.
- نامصور یا مصور پیش اوست ** کاو همه مغز است و بیرون شد ز پوست
- Eğer körsen köre teklif yoktur. Değilsen yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır. 70
- گر تو کوری نیست بر اعمی حرج ** ور نه رو کالصبر مفتاح الفرج
- Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de yakar, göğüsleri gönülleri de yarıp açar.
- پردههای دیده را داروی صبر ** هم بسوزد هم بسازد شرح صدر
- Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan, topraktan hariç suretler görürsün.
- آینهی دل چون شود صافی و پاک ** نقشها بینی برون از آب و خاک
- Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
- هم ببینی نقش و هم نقاش را ** فرش دولت را و هم فراش را
- Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta.
- چون خلیل آمد خیال یار من ** صورتش بت معنی او بت شکن
- Allah’a şükür olsun ki o zahir olunca can, onun hayalinden, kendi hayalini gördü. 75
- شکر یزدان را که چون شد او پدید ** در خیالش جان خیال خود بدید
- Kapısının toprağı, gönlümü teshir etti. Senin toprağına karşı ululananın toprak başına.
- خاک درگاهت دلم را میفریفت ** خاک بر وی کاو ز خاکت میشکیفت
- Dedim ki; Eğer güzelsem bu güzelliği onun lütfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten çirkinlikler bile bana güler!
- گفتم ار خوبم پذیرم این از او ** ور نه خود خندید بر من زشت رو
- Çaresi şu: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim?
- چاره آن باشد که خود را بنگرم ** ور نه او خندد مرا من کی خرم
- O güzeldir, güzelliği sever. Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?
- او جمیل است و محب للجمال ** کی جوان نو گزیند پیر زال
- Şunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “ Temizler, temizler içindir” ayetini oku! 80
- خوب خوبی را کند جذب این بدان ** طیبات و طیبین بر وی بخوان