English    Türkçe    فارسی   

2
3127-3176

  • Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
  • نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام‏
  • Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
  • زین نمط دارند بر خود صد نشان ** لیک کی بینند آن را طاغیان‏
  • Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
  • خانه‏ی آن دل که ماند بی‏ضیا ** از شعاع آفتاب کبریا
  • Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Allah’ın zevkinden mahrumdur. 3130
  • تنگ و تاریک است چون جان جهود ** بی‏نوا از ذوق سلطان ودود
  • Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne kapısı açılır.
  • نی در آن دل تافت نور آفتاب ** نی گشاد عرصه و نه فتح باب‏
  • Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!
  • گور خوشتر از چنین دل مر ترا ** آخر از گور دل خود برتر آ
  • Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu?
  • زنده‏ای و زنده زاد ای شوخ و شنگ ** دم نمی‏گیرد ترا زین گور تنگ‏
  • Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!
  • یوسف وقتی و خورشید سما ** زین چه و زندان بر آ و رو نما
  • Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu. 3135
  • یونست در بطن ماهی پخته شد ** مخلصش را نیست از تسبیح بد
  • Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.
  • گر نبودی او مسیح بطن نون ** حبس و زندانش بدی تا یبعثون‏
  • Yunus, balıktan Allah’ı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir? Elest gününün nişanesi.
  • او به تسبیح از تن ماهی بجست ** چیست تسبیح آیت روز أ لست
  • Eğer can tespihini unutursan şu balıkların tespihini dinle.
  • گر فراموشت شد آن تسبیح جان ** بشنو این تسبیحهای ماهیان‏
  • Allah’ı gören Allah’a mensuptur; o denizi gören, o balıktır.
  • هر که دید الله را اللهی است ** هر که دید آن بحر را آن ماهی است‏
  • Bu cihan denizdir, ten balık, ruh da sabah nurundan mahcup Yunus. 3140
  • این جهان دریاست و تن ماهی و روح ** یونس محجوب از نور صبوح‏
  • Yunus Allah’a tespih ettiği için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur, yok olup giderdi.
  • گر مسبح باشد از ماهی رهید ** ور نه در وی هضم گشت و ناپدید
  • Bu deniz, can balıklarıyla dopdoludur. Sen görmüyorsun ama etrafında uçuşup duruyorlar.
  • ماهیان جان در این دریا پرند ** تو نمی‏بینی که کوری ای نژند
  • O balıklar, sana kendilerini çarpmaktalar. Gözünü aç da apaçık gör.
  • بر تو خود را می‏زنند آن ماهیان ** چشم بگشا تا ببینی‏شان عیان‏
  • Balıkları görmüyorsan bile bari kulağın, tespihlerini duysun.
  • ماهیان را گر نمی‏بینی پدید ** گوش تو تسبیحشان آخر شنید
  • Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl doğru tespih odur. 3145
  • صبر کردن جان تسبیحات تست ** صبر کن کان است تسبیح درست‏
  • O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, asıl doğru tespih odur. O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, “Sabır, sıkıntının, darlığın anahtarıdır.”
  • هیچ تسبیحی ندارد آن درج ** صبر کن الصبر مفتاح الفرج‏
  • Sabır, sırat köprüsüne benzer, cennet se öbür tarafta. Her güzelin bir çirkin lalası vardır.
  • صبر چون پول صراط آن سو بهشت ** هست با هر خوب یک لالای زشت‏
  • Laladan çekinirsen vuslata imkân yok. Çünkü lala, gözlerden ayrılmaz.
  • تا ز لالا می‏گریزی وصل نیست ** ز انکه لالا را ز شاهد فصل نیست‏
  • Ey azıcık bir şeyden kırılan sırça gönüllü, sen sabrın zevkini ne bilirsin? Hele o Çikil güzeline ulaşmak için çekilen sabrın lezzetini!
  • تو چه دانی ذوق صبر ای شیشه دل ** خاصه صبر از بهر آن نقش چگل‏
  • Savaş zevki, kudret ve kuvvetli ere göredir, karı tabiatlı adamsa ancak zekerden zevk alır. 3150
  • مرد را ذوق غزا و کر و فر ** مر مخنث را بود ذوق‏از ذکر
  • Zekerden başka ne dini vardır, ne zikri; o düşünce, o adamı ta aşağılık yere kadar çekip götürür.
  • جز ذکر نه دین او و ذکر او ** سوی اسفل برد او را فکر او
  • Gökyüzüne bile çıksa korkma ondan. Çünkü o, ancak aşağılık aşkıyla ders öğrenmiştir.
  • گر بر آید بر فلک از وی مترس ** کاو بعشق سفل آموزید درس‏
  • Çanı yukarılarda çalınsa, Çan sesi yukarılardan gelse bile atını aşağıya doğru sürüp durur.!
  • او بسوی سفل می‏راند فرس ** گر چه سوی علو جنباند جرس‏
  • Yoksulların âlemlerinden korkulur mu? O âlemler lokma elde etmek için bir yoldur.
  • از علمهای گدایان ترس چیست ** کان علمها لقمه‏ی نان را رهی است‏
  • Oğlanın iriyarı adamdan korkması, Adamın ”Korkma çocuğum, ben er değilim” demesi
  • ترسیدن کودک از آن شخص صاحب جثه و گفتن آن شخص که ای کودک مترس که من نامردم‏
  • Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. 3155
  • کنگ زفتی کودکی را یافت فرد ** زرد شد کودک ز بیم قصد مرد
  • Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol, sen benim üstüme bineceksin.
  • گفت ایمن باش ای زیبای من ** که تو خواهی بود بر بالای من‏
  • Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür”
  • من اگر هولم مخنث دان مرا ** همچو اشتر بر نشین می‏ران مرا
  • İnsanların suretleriyle manaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan!
  • صورت مردان و معنی این چنین ** از برون آدم درون دیو لعین‏
  • Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.
  • آن دهل را مانی ای زفت چو عاد ** که بر او آن شاخ را می‏کوفت باد
  • Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul yüzünden avını yele verdi. 3160
  • روبهی اشکار خود را باد داد ** بهر طبلی همچو خیک پر ز باد
  • Davulda bir can olmadığını, içinin hava dolu olduğunu görünce dedi ki: “ Domuz bile şu bomboş tulumdan yeğ!”
  • چون ندید اندر دهل او فربهی ** گفت خوکی به ازین خیک تهی‏
  • Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kişi onu öyle döver ki deme gitsin!
  • روبهان ترسند ز آواز دهل ** عاقلش چندان زند که لا تقل‏
  • Ormana dalan süvariden korkan okçu
  • قصه‏ی تیر اندازی و ترسیدن او از سواری که در بیشه می‏رفت‏
  • Bir atlı cins ata binmiş, pür silâh, heybetle bir ormana dalmış, gidiyordu.
  • یک سواری با سلاح و بس مهیب ** می‏شد اندر بیشه بر اسبی نجیب‏
  • Usta bir okçu görüp korkarak yayını çekti.
  • تیر اندازی به حکم او را بدید ** پس ز خوف او کمان را در کشید
  • Onu vurmak isterken atlı bağırdı: “Ben cüssece iriyim ama hakikatte zayıf bir adamım. 3165
  • تا زند تیری سوارش بانگ زد ** من ضعیفم گر چه زفت استم جسد
  • Sakın benim iriliğime bakma, savaş zamanı kocakarıdan da aşağıyım.”
  • هان و هان منگر تو در زفتی من ** که کمم در وقت جنگ از پیر زن‏
  • Okçu “haydi git, iyi ki söyledin, yoksa korkumdan seni vuracaktım” dedi.
  • گفت رو که نیک گفتی ور نه نیش ** بر تو می‏انداختم از ترس خویش‏
  • Nice adamlar vardır ki erkek olmadıklarından ellerinde kılıç olduğu halde karşıdakini silâhla tepelenmişlerdir.
  • بس کسان را کالت پیکار کشت ** بی‏رجولیت چنان تیغی به مشت‏
  • Rüstemlerin silâhını bile kuşansan ehli olmadıktan sonra canından olursun.
  • گر بپوشی تو سلاح رستمان ** رفت جانت چون نباشی مرد آن‏
  • Oğul, kılıcı bırak da can siperini ele al. Bu padişahtan ancak başsız olan başını kurtarır. 3170
  • جان سپر کن تیغ بگذار ای پسر ** هر که بی‏سر بود از این شه برد سر
  • Senin silâhın; hilen, düzenindir. Hem senden doğar hem canına kast eder.
  • آن سلاحت حیله و مکر تو است ** هم ز تو زایید و هم جان تو خست‏
  • Bu hilelerden mademki bir fayda elde edemedin, hileyi bırak da devletlere kavuşasın.
  • چون نکردی هیچ سودی زین حیل ** ترک حیلت کن که پیش آید دول‏
  • Mademki hileden bir meyve elde edip yiyemedin, bırak hileyi, Allah’ı ara!
  • چون که یک لحظه نخوردی بر ز فن ** ترک فن گو می‏طلب رب المنن‏
  • Bu bilgiler, sana mademki kutlu değil, kendini ahmak yerine koy, şom şeyi terk et!
  • چون مبارک نیست بر تو این علوم ** خویشتن گولی کن و بگذر ز شوم‏
  • Melekler gibi “Allah’ım, bizim bilgimiz, ancak senin bildirdiğin bilgidir, başka bir şey bilmiyoruz” de! 3175
  • چون ملایک گو که لا علم لنا ** یا الهی غیر ما علمتنا
  • Bedevinin çuvala kum doldurması ve filozofun onu kınaması
  • قصه‏ی اعرابی و ریگ در جوال کردن و ملامت کردن آن فیلسوف او را
  • Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemiş, birisi onu lâfa tuttu.
  • یک عرابی بار کرده اشتری ** دو جوال زفت از دانه پری‏