- Allah’ı gören Allah’a mensuptur; o denizi gören, o balıktır.
- هر که دید الله را اللهی است ** هر که دید آن بحر را آن ماهی است
- Bu cihan denizdir, ten balık, ruh da sabah nurundan mahcup Yunus. 3140
- این جهان دریاست و تن ماهی و روح ** یونس محجوب از نور صبوح
- Yunus Allah’a tespih ettiği için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur, yok olup giderdi.
- گر مسبح باشد از ماهی رهید ** ور نه در وی هضم گشت و ناپدید
- Bu deniz, can balıklarıyla dopdoludur. Sen görmüyorsun ama etrafında uçuşup duruyorlar.
- ماهیان جان در این دریا پرند ** تو نمیبینی که کوری ای نژند
- O balıklar, sana kendilerini çarpmaktalar. Gözünü aç da apaçık gör.
- بر تو خود را میزنند آن ماهیان ** چشم بگشا تا ببینیشان عیان
- Balıkları görmüyorsan bile bari kulağın, tespihlerini duysun.
- ماهیان را گر نمیبینی پدید ** گوش تو تسبیحشان آخر شنید
- Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl doğru tespih odur. 3145
- صبر کردن جان تسبیحات تست ** صبر کن کان است تسبیح درست
- O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, asıl doğru tespih odur. O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, “Sabır, sıkıntının, darlığın anahtarıdır.”
- هیچ تسبیحی ندارد آن درج ** صبر کن الصبر مفتاح الفرج
- Sabır, sırat köprüsüne benzer, cennet se öbür tarafta. Her güzelin bir çirkin lalası vardır.
- صبر چون پول صراط آن سو بهشت ** هست با هر خوب یک لالای زشت
- Laladan çekinirsen vuslata imkân yok. Çünkü lala, gözlerden ayrılmaz.
- تا ز لالا میگریزی وصل نیست ** ز انکه لالا را ز شاهد فصل نیست
- Ey azıcık bir şeyden kırılan sırça gönüllü, sen sabrın zevkini ne bilirsin? Hele o Çikil güzeline ulaşmak için çekilen sabrın lezzetini!
- تو چه دانی ذوق صبر ای شیشه دل ** خاصه صبر از بهر آن نقش چگل
- Savaş zevki, kudret ve kuvvetli ere göredir, karı tabiatlı adamsa ancak zekerden zevk alır. 3150
- مرد را ذوق غزا و کر و فر ** مر مخنث را بود ذوقاز ذکر
- Zekerden başka ne dini vardır, ne zikri; o düşünce, o adamı ta aşağılık yere kadar çekip götürür.
- جز ذکر نه دین او و ذکر او ** سوی اسفل برد او را فکر او
- Gökyüzüne bile çıksa korkma ondan. Çünkü o, ancak aşağılık aşkıyla ders öğrenmiştir.
- گر بر آید بر فلک از وی مترس ** کاو بعشق سفل آموزید درس
- Çanı yukarılarda çalınsa, Çan sesi yukarılardan gelse bile atını aşağıya doğru sürüp durur.!
- او بسوی سفل میراند فرس ** گر چه سوی علو جنباند جرس
- Yoksulların âlemlerinden korkulur mu? O âlemler lokma elde etmek için bir yoldur.
- از علمهای گدایان ترس چیست ** کان علمها لقمهی نان را رهی است
- Oğlanın iriyarı adamdan korkması, Adamın ”Korkma çocuğum, ben er değilim” demesi
- ترسیدن کودک از آن شخص صاحب جثه و گفتن آن شخص که ای کودک مترس که من نامردم
- Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. 3155
- کنگ زفتی کودکی را یافت فرد ** زرد شد کودک ز بیم قصد مرد
- Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol, sen benim üstüme bineceksin.
- گفت ایمن باش ای زیبای من ** که تو خواهی بود بر بالای من
- Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür”
- من اگر هولم مخنث دان مرا ** همچو اشتر بر نشین میران مرا
- İnsanların suretleriyle manaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan!
- صورت مردان و معنی این چنین ** از برون آدم درون دیو لعین
- Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.
- آن دهل را مانی ای زفت چو عاد ** که بر او آن شاخ را میکوفت باد
- Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul yüzünden avını yele verdi. 3160
- روبهی اشکار خود را باد داد ** بهر طبلی همچو خیک پر ز باد
- Davulda bir can olmadığını, içinin hava dolu olduğunu görünce dedi ki: “ Domuz bile şu bomboş tulumdan yeğ!”
- چون ندید اندر دهل او فربهی ** گفت خوکی به ازین خیک تهی
- Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kişi onu öyle döver ki deme gitsin!
- روبهان ترسند ز آواز دهل ** عاقلش چندان زند که لا تقل
- Ormana dalan süvariden korkan okçu
- قصهی تیر اندازی و ترسیدن او از سواری که در بیشه میرفت
- Bir atlı cins ata binmiş, pür silâh, heybetle bir ormana dalmış, gidiyordu.
- یک سواری با سلاح و بس مهیب ** میشد اندر بیشه بر اسبی نجیب
- Usta bir okçu görüp korkarak yayını çekti.
- تیر اندازی به حکم او را بدید ** پس ز خوف او کمان را در کشید
- Onu vurmak isterken atlı bağırdı: “Ben cüssece iriyim ama hakikatte zayıf bir adamım. 3165
- تا زند تیری سوارش بانگ زد ** من ضعیفم گر چه زفت استم جسد
- Sakın benim iriliğime bakma, savaş zamanı kocakarıdan da aşağıyım.”
- هان و هان منگر تو در زفتی من ** که کمم در وقت جنگ از پیر زن
- Okçu “haydi git, iyi ki söyledin, yoksa korkumdan seni vuracaktım” dedi.
- گفت رو که نیک گفتی ور نه نیش ** بر تو میانداختم از ترس خویش
- Nice adamlar vardır ki erkek olmadıklarından ellerinde kılıç olduğu halde karşıdakini silâhla tepelenmişlerdir.
- بس کسان را کالت پیکار کشت ** بیرجولیت چنان تیغی به مشت
- Rüstemlerin silâhını bile kuşansan ehli olmadıktan sonra canından olursun.
- گر بپوشی تو سلاح رستمان ** رفت جانت چون نباشی مرد آن
- Oğul, kılıcı bırak da can siperini ele al. Bu padişahtan ancak başsız olan başını kurtarır. 3170
- جان سپر کن تیغ بگذار ای پسر ** هر که بیسر بود از این شه برد سر
- Senin silâhın; hilen, düzenindir. Hem senden doğar hem canına kast eder.
- آن سلاحت حیله و مکر تو است ** هم ز تو زایید و هم جان تو خست
- Bu hilelerden mademki bir fayda elde edemedin, hileyi bırak da devletlere kavuşasın.
- چون نکردی هیچ سودی زین حیل ** ترک حیلت کن که پیش آید دول
- Mademki hileden bir meyve elde edip yiyemedin, bırak hileyi, Allah’ı ara!
- چون که یک لحظه نخوردی بر ز فن ** ترک فن گو میطلب رب المنن
- Bu bilgiler, sana mademki kutlu değil, kendini ahmak yerine koy, şom şeyi terk et!
- چون مبارک نیست بر تو این علوم ** خویشتن گولی کن و بگذر ز شوم
- Melekler gibi “Allah’ım, bizim bilgimiz, ancak senin bildirdiğin bilgidir, başka bir şey bilmiyoruz” de! 3175
- چون ملایک گو که لا علم لنا ** یا الهی غیر ما علمتنا
- Bedevinin çuvala kum doldurması ve filozofun onu kınaması
- قصهی اعرابی و ریگ در جوال کردن و ملامت کردن آن فیلسوف او را
- Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemiş, birisi onu lâfa tuttu.
- یک عرابی بار کرده اشتری ** دو جوال زفت از دانه پری
- Vatanından sorup konuşturdu ve o suallerle bir hayli inciler deldi.
- او نشسته بر سر هر دو جوال ** یک حدیث انداز کرد او را سؤال
- EKSIK
- از وطن پرسید و آوردش به گفت ** و اندر آن پرسش بسی درها بسفت
- Sonra dedi ki: “O iki çuvalda ne dolu? Doğruca söyle!”
- بعد از آن گفتش که این هر دو جوال ** چیست آگنده بگو مصدوق حال
- Bedevi “ Bir tanesinde buğday var. Öbürü kum, yiyecek bir şey değil! ” dedi. 3180
- گفت اندر یک جوالم گندم است ** در دگر ریگی نه قوت مردم است
- Adam “Neden bu kumu doldurdun” diye sordu. Bedevi cevap verdi: “O çuval boş kalmasın diye”.
- گفت تو چون بار کردی این رمال ** گفت تا تنها نماند آن جوال
- Adam; “Akıllılık edip buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koy.
- گفت نیم گندم آن تنگ را ** در دگر ریز از پی فرهنگ را
- Bu suretle hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü “ dedi. Bedevi bu fikri pek beğenip “ Ey akıllı ve hür hakîm,
- تا سبک گردد جوال و هم شتر ** گفت شاباش ای حکیم اهل و حر
- Böyle bir ince fikir, böyle bir güzel rey sahibi olduğun halde neden böyle çırçıplaksın, yaya yürüyor, yoruluyorsun?”
- این چنین فکر دقیق و رای خوب ** تو چنین عریان پیاده در لغوب
- Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakîme acıdı, onu deveye bindirmek istedi. Tekrar 3185
- رحمتش آمد بر حکیم و عزم کرد ** کش بر اشتر بر نشاند نیک مرد
- “Ey güzel sözlü hakîm, birazcık halinden bahset.
- باز گفتش ای حکیم خوش سخن ** شمهای از حال خود هم شرح کن
- Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin, ya padişah. Doğru söyle!” dedi.
- این چنین عقل و کفایت که تراست ** تو وزیری یا شهی بر گوی راست
- Hakîm dedi ki: “İkisi de değilim, halktan bir adamım. Halime, elbiseme baksana!”
- گفت این هر دو نیم از عامهام ** بنگر اندر حال و اندر جامهام