English    Türkçe    فارسی   

2
314-363

  • Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
  • گوی آن گه راست و بی‏نقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
  • Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver! 315
  • گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش‏
  • Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
  • پس کلام پاک در دلهای کور ** می‏نپاید می‏رود تا اصل نور
  • Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
  • و آن فسون دیو در دلهای کژ ** می‏رود چون کفش کژ در پای کژ
  • Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
  • گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری‏
  • İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
  • ور چه بنویسی نشانش می‏کنی ** ور چه می‏لافی بیانش می‏کنی‏
  • O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar. 320
  • او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز
  • Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
  • ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دست‏آموز تو
  • Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
  • او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانه‏ی روستا
  • Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
  • یافتن پادشاه باز را به خانه‏ی کمپیر زن
  • Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
  • دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو می‏آرد بیخت‏
  • O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
  • تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
  • Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu. 325
  • پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد
  • ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
  • گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
  • Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
  • دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
  • Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
  • مهر جاهل را چنین دان ای رفیق ** کژ رود جاهل همیشه در طریق‏
  • Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
  • روز شه در جستجو بی‏گاه شد ** سوی آن کمپیر و آن خرگاه شد
  • Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı. 330
  • دید ناگه باز را در دود و گرد ** شه بر او بگریست زار و نوحه کرد
  • Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
  • گفت هر چند این جز ای کار تست ** که نباشی در وفای ما درست‏
  • Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
  • چون کنی از خلد زی دوزخ فرار ** غافل از لا یستوی اصحاب نار
  • Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
  • این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانه‏ی گنده پیر
  • Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
  • باز می‏مالید پر بر دست شاه ** بی‏زبان می‏گفت من کردم گناه‏
  • Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın? 335
  • پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم‏
  • Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
  • لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
  • Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
  • رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
  • Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
  • خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی‏
  • Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
  • چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
  • Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer. 340
  • هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا
  • Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
  • گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین‏
  • Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
  • باز گفت ای شه پشیمان می‏شوم ** توبه کردم نو مسلمان می‏شوم‏
  • Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
  • آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
  • Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
  • گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
  • Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur. 345
  • ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم‏
  • Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
  • گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم‏
  • Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
  • آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم‏
  • Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
  • در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
  • Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
  • قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق‏
  • Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. 350
  • موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش‏
  • Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
  • هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست‏
  • Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
  • نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
  • Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
  • احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین‏
  • Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
  • تا بداند سعد و نحس بی‏خبر ** دور تست این دور نه دور قمر
  • Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. 355
  • دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو می‏برد زین دورت مقیم‏
  • Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
  • چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی می‏دمید
  • “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
  • گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است‏
  • Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
  • غوطه ده موسای خود را در بحار ** از میان دوره‏ی احمد بر آر
  • Allah dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
  • گفت یا موسی بدان بنمودمت ** راه آن خلوت بدان بگشودمت‏
  • Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur. 360
  • که تو ز آن دوری درین دور ای کلیم ** پا بکش زیرا دراز است این گلیم‏
  • Ben kerem sahibiyim. Tamaha düşüp ağlasın diye mahlûka ekmek gösteririm.
  • من کریمم نان نمایم بنده را ** تا بگریاند طمع آن زنده را
  • Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar.
  • بینی طفلی بمالد مادری ** تا شود بیدار واجوید خوری‏
  • Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
  • کاو گرسنه خفته باشد بی‏خبر ** و آن دو پستان می‏خلد زو مهر در