- Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi. 3390
- گفت یا رب دفع من میگوید او ** آن گرفتن را نشان میجوید او
- Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
- گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش
- Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
- یک نشان آن که میگیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
- Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
- و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان
- Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
- میکند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی
- İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş! 3395
- طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی
- İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
- ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
- İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
- دانهی بیمغز کی گردد نهال ** صورت بیجان نباشد جز خیال
- O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
- بقیهی قصهی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ
- O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
- آن خبیث از شیخ میلایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
- “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
- که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی
- İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi. 3400
- ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان
- Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki: “Fasikliğe bak, işreti gör”
- شب ببردش بر سر یک روزنی ** گفت بنگر فسق و عشرت کردنی
- Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret. Gündüz Mustafa gibi, gece Ebuleheb gibi!
- بنگر آن سالوس روز و فسق شب ** روز همچون مصطفی شب بو لهب
- Gündüz adı Abdullah, gece elinde kadeh, nezübillâh!”
- روز عبد الله او را گشته نام ** شب نعوذ بالله و در دست جام
- Pîrin elinde dolu bir kadeh vardı. Mürit bunu görünce “ Şeyhim, sen de mi aldatıcısın?
- دید شیشه در کف آن پیر پر ** گفت شیخا مر ترا هم هست غر
- Sen, “Şeytan, şarap kadehine hemencecik işeyiverir” demez miydin?” dedi. 3405
- تو نمیگفتی که در جام شراب ** دیو میمیزد شتابان ناشتاب
- Şeyh dedi ki: “Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir üzerlik tohumu bile sığmaz.
- گفت جامم را چنان پر کردهاند ** کاندر او اندر نگنجد یک سپند
- Bir bak hele, Buraya bir zerre bile sığar mı? Sen sözü yanlış anlamışsın, aldanmışsın.
- بنگر اینجا هیچ گنجد ذرهای ** این سخن را کژ شنیده غرهای
- Bu zâhiri şarap, zâhiri kadeh değil ki. Onu, gaybı bilen şeyhten uzak bil.
- جام ظاهر خمر ظاهر نیست این ** دور دار این را ز شیخ غیب بین
- Be ahmak, şarap kadehi, şeyhin varlığıdır. Oraya Şeytan’ın sidiğine asla yol yok!
- جام می هستی شیخ است ای فلیو ** کاندر او اندر نگنجد بول دیو
- O varlık, Allah nuruyla dolu, hem de dudağına kadar. Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır. 3410
- پر و مالامال از نور حق است ** جام تن بشکست نور مطلق است
- Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur”
- نور خورشید ار بیفتد بر حدث ** او همان نور است نپذیرد خبث
- Şeyh bu sözleri söyledikten sonra “Bu, ne kadehtir, nasıl şarap, bir gel de bak be hey münkir” dedi.
- شیخ گفت این خود نه جام است و نه می ** هین به زیر آن منکرا بنگر به وی
- Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal. O manasız düşmansa kör oldu, bir şey göremedi.
- آمد و دید انگبین خاص بود ** کور شد آن دشمن کور و کبود
- O zaman pîr müridine dedi ki: “ Yürü ey ulu mürit bana şarap bul,
- گفت پیر آن دم مرید خویش را ** رو برای من بجو می ای کیا
- Bir hastalığım var, şarap içmek zaruretindeyim. Hastalıktan ölüm haline geldim, hatta bu halden de ileri bir hale düştüm. 3415
- که مرا رنجی است مضطر گشتهام ** من ز رنج از مخمصه بگذشتهام
- Zaruret vakti her pis, temiz sayılır. İnkâr edene lânet, başına toprak!
- در ضرورت هست هر مردار پاک ** بر سر منکر ز لعنت باد خاک
- Mürit, meyhaneleri dönüp dolaşmaya, şeyh için her küpten şarap taşımaya başladı.
- گرد خمخانه بر آمد آن مرید ** بهر شیخ از هر خمی او میچشید
- Fakat küplerin hiç birin de şarap bulamadı. Hurma şarabıyla dolu olan küpler, balla dolmuştu.
- در همه خمخانهها او می ندید ** گشته بد پر از عسل خم نبید
- “Rintler, bu ne hal, bu ne iş? Hiçbir küpte şarap bulamıyorum” dedi.
- گفت ای رندان چه حال است این چه کار ** هیچ خمی در نمیبینم عقار
- Bütün Rintler, ağlayıp ellerini başlarına vurarak Şeyhin yanına geldiler. 3420
- جمله رندان نزد آن شیخ آمدند ** چشم گریان دست بر سر میزدند
- “Ey ulu Şeyh, sen meyhaneye geldin, bütün şaraplar, kudümünün hürmetine bal oldu.
- در خرابات آمدی شیخ اجل ** جمله میها از قدومت شد عسل
- Şarabı arıttın, bizim canlarımızı da kötü huylardan arıt, tebdil et “dediler.
- کرده ای مبدل تو می را از حدث ** جان ما را هم بدل کن از خبث
- Cihan, baştanbaşa ağız, ağıza kanla dolu olsa Allah kulu yine ancak helâl yer.
- گر شود عالم پر از خون مال مال ** کی خورد بندهی خدا الا حلال
- Allah razı olsun, Ayşe’nin Mustafa Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’e “Sen seccade yaymadan her yerde namaz kılıyorsun” demesi
- گفتن عایشه مصطفی را علیه السلام که تو بیمصلا به هر جا نماز میکنی چون است
- Bir gün Ayşe, Peygamber’e dedi ki. “Ey Allah Resulü, sen aşikâr, gizli,
- عایشه روزی به پیغمبر بگفت ** یا رسول الله تو پیدا و نهفت
- Neresini bulursan orada namaz kılmaktasın. Hâlbuki evde pis adamlar da gezip tozuyor. 3425
- هر کجا یابی نمازی میکنی ** میدود در خانه ناپاک و دنی
- Sen de bilirsin ki pis çocuklar, nereye varırsa orasını pislerler.”
- مستحاضه و طفل و آلودهی پلید ** کرد مستعمل به هر جا که رسید
- Peygamber, “Şunu bil: Allah, büyükler pis şeyleri temiz etmiştir.
- گفت پیغمبر که از بهر مهان ** حق نجس را پاک گرداند بدان
- Hakk’ın lûtfu, bu yüzden secdegâhımı, ta yedinci kat göğe kadar arıttı” diye cevap verdi.
- سجدهگاهم را از آن رو لطف حق ** پاک گردانید تا هفتم طبق
- Kendine gel, kendine. Padişahlara hasede kalkışma. Terk et hasedi. Yoksa âlemde sen de bir iblis olursun.
- هان و هان ترک حسد کن با شهان ** ور نه ابلیسی شوی اندر جهان
- Veli, zehir yese bal olur, sen bal yesen zehir kesilir. 3430
- کاو اگر زهری خورد شهدی شود ** تو اگر شهدی خوری زهری بود
- O, varlığını Allah varlığına tebdil etmiştir. İşi de eşyayı tebdil etmedir. O, lütuftan ibaret bir hale gelmiştir, her türlü ateşi de nur olmuştur.
- کاو بدل گشت و بدل شد کار او ** لطف گشت و نور شد هر نار او
- Ebabil kuşlarında Allah kuvveti vardı. Yoksa bir kuşcağız nasıl olurda bir fili helâk edebilirdi?
- قوت حق بود مر بابیل را ** ور نه مرغی چون کشد مر پیل را
- Koca bir orduyu birkaç kuş kırıp geçirdi. Bak da bu kudretin Allah’tan olduğunu bil.
- لشکری را مرغکی چندی شکست ** تا بدانی کان صلابت از حق است
- Eğer bundan şüpheye düşersen yürü var, Eshabı fil suresini oku.
- گر تو را وسواس آید زین قبیل ** رو بخوان تو سورهی اصحاب فیل
- Onunla inada kalkışır, beraberlik dâvasına girişirsen, yok mu? Eğer onlardan başını kurtarabilirsen beni de kâfir bil sen! 3435
- ور کنی با او مری و همسری ** کافرم دان گر تو ز ایشان سر بری
- Farenin deve yularını çekmesi ve kendi kendisine gururlanması
- کشیدن موش مهار شتر را و متعجب شدن موش در خود
- Bir fareceğiz, bir devenin yularını eline aldı, kurula, kurula yola düştü.
- موشکی در کف مهار اشتری ** در ربود و شد روان او از مری
- Deve, tabiatındaki mülayimlik yüzünden onunla beraber yürümeye koyuldu. Fare “Ben, ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim” diye gurura düştü.
- اشتر از چستی که با او شد روان ** موش غره شد که هستم پهلوان
- Düşüncesinin ışığı deveye aksetti. “Hele hoşindi. Ben sana gösteririm!” dedi.
- بر شتر زد پرتو اندیشهاش ** گفت بنمایم ترا تو باش خوش
- Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun olurdu.
- تا بیامد بر لب جوی بزرگ ** کاندر او گشتی زبون پیل سترگ