- Sen kılavuzsun, benim öncümsün. Yol ortasında durup susma” dedi.
- تو قلاووزی و پیش آهنگ من ** در میان ره مباش و تن مزن
- Fare dedi ki: “Bu su, pek büyük, pek derin bir su. Arkadaş, ben boğulmaktan korkuyorum.”
- گفت این آب شگرف است و عمیق ** من همیترسم ز غرقاب ای رفیق
- Deve “Hele bir göreyim, ne kadarmış bu su?” deyip hemen ayağını attı.
- گفت اشتر تا ببینم حد آب ** پا در او بنهاد آن اشتر شتاب
- Dedi ki: “A kör sıçan, su diz boyuymuş. A hayvanların kusuru, neden şaşırdın?” 3445
- گفت تا زانوست آب ای کور موش ** از چه حیران گشتی و رفتی ز هوش
- Fare, “Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var.
- گفت مور تست و ما را اژدهاست ** که ز زانو تا به زانو فرقهاست
- Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer.” dedi.
- گر ترا تا زانو است ای پر هنر ** مر مرا صد گز گذشت از فرق سر
- Deve dedi ki: “ Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın yanıp yakılmasın.
- گفت گستاخی مکن بار دگر ** تا نسوزد جسم و جانت زین شرر
- Sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle sıçanın sözü yoktur.”
- تو مری با مثل خود موشان بکن ** با شتر مر موش را نبود سخن
- Fare, “Tövbe ettim, Allah hakkı için beni bu helâk edici sudan geçir.” dedi. 3450
- گفت توبه کردم از بهر خدا ** بگذران زین آب مهلک مر مرا
- Deve acıdı, “Haydi hörgücüme sıçra, otur.
- رحم آمد مر شتر را گفت هین ** برجه و بر کودبان من نشین
- Bu geçiş, benim işim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm” dedi.
- این گذشتن شد مسلم مر مرا ** بگذرانم صد هزاران چون ترا
- Mademki peygamber değilsin, yola düş de günün birin de kuyudan kurtulup yüce bir makama erişesin.
- چون پیمبر نیستی پس رو به راه ** تا رسی از چاه روزی سوی جاه
- Sultan değilsen yürü, riayet ol. Kaptan değilsen gemiyi öyle alabildiğine yürütme.
- تو رعیت باش چون سلطان نهای ** خود مران چون مرد کشتیبان نهای
- Ticarette kâmil değilsen yalnız başına dükkân açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir. 3455
- چون نهای کامل دکان تنها مگیر ** دستخوش میباش تا گردی خمیر
- “Susun, dinleyin” emrini işit, sükût et. Mademki Allah dili olamadın, kulak kesil.
- أنصتوا را گوش کن خاموش باش ** چون زبان حق نگشتی گوش باش
- Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş!
- ور بگویی شکل استفسار گو ** با شهنشاهان تو مسکینوار گو
- Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de itiyat yüzündendir.
- ابتدای کبر و کین از شهوت است ** راسخی شهوتت از عادت است
- Kötü huy, âdet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.
- چون ز عادت گشت محکم خوی بد ** خشم آید بر کسی کت واکشد
- Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın. 3460
- چون که تو گل خوار گشتی هر که او ** واکشد از گل ترا باشد عدو
- Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır.
- بت پرستان چون که خو با بت کنند ** مانعان راه بت را دشمنند
- İblis, ululanmayı huy edinmişti de eşekliğinden Âdem’i kendisinden aşağı gördü.
- چون که کرد ابلیس خو با سروری ** دید آدم را حقیر او از خری
- “Benden daha ulu başka birisi yok ki. Benim gibi bir kişi, ona secde eder mi?” dedi.
- که به از من سروری دیگر بود ** تا که او مسجود چون من کس شود
- Ululuk zehirdir. Ancak, ta ezelden panzehire sahip olan ruh müstesna.
- سروری زهر است جز آن روح را ** کاو بود تریاق لانی ز ابتدا
- Dağ, yılanla dolu ise içerisinde panzehir yeri bulundukça korkma. 3465
- کوه اگر پر مار شد باکی مدار ** کاو بود در اندرون تریاقزار
- Kafana ululuk yerleşmiş, onun için kim seni kırarsa onu ezelî düşman sayarsın.
- سروری چون شد دماغت را ندیم ** هر که بشکستت شود خصم قدیم
- Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin.
- چون خلاف خوی تو گوید کسی ** کینهها خیزد ترا با او بسی
- Beni huyumdan çevirecek, şakirt haline sokacak, kendisine tâbi kılacak dersin.
- که مرا از خوی من بر میکند ** خویش را بر من چو سرور میکند
- Böyle adamın kötü huyu serkeş olmasa, o huya aykırı şeylere niye ateşlenir, kızar;
- چون نباشد خوی بد سرکش در او ** کی فروزد آن خلاف آتش در او
- Yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer kazanır? 3470
- با مخالف او مدارایی کند ** در دل او خویش را جایی کند
- Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmiştir. Karınca gibi olan şehvetti, itiyat yüzünden adeta ejderha kesilmiştir.
- ز انکه خوی بد بگشته ست استوار ** مور شهوت شد ز عادت همچو مار
- Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır.
- مار شهوت را بکش در ابتدا ** ور نه اینک گشت مارت اژدها
- Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül sahibine sor!
- لیک هر کس مور بیند مار خویش ** تو ز صاحب دل کن استفسار خویش
- Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.
- تا نشد زر مس نداند من مسم ** تا نشد شه دل نداند مفلسم
- Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek. 3475
- خدمت اکسیر کن مسوار تو ** جور میکش ای دل از دل دار تو
- Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehli dildir. Çünkü ehli dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, âlemde eğleşmemektedir.
- کیست دل دار اهل دل نیکو بدان ** که چو روز و شب جهانند از جهان
- Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.
- عیب کم گو بندهی الله را ** متهم کم کن به دزدی شاه را
- Gemide bir dervişi hırsızlıkla töhmet altına almaları
- کرامات آن درویش که در کشتی متهمش کردند
- Bir gemide bir derviş vardı. Erliği kendisine arka yastığı yapmış, ona dayanmıştı.
- بود درویشی درون کشتیی ** ساخته از رخت مردی پشتیی
- Gemide bir kese altın kayboldu. O, uyuyordu. Herkesi aradılar. Birisi onu da gösterip,
- یاوه شد همیان زر او خفته بود ** جمله را جستند و او را هم نمود
- “Bu uyuyan yoksulu da arayalım” dedi. Para sahibi derdinden onu da uyandırdı. 3480
- کاین فقیر خفته را جوییم هم ** کرد بیدارش ز غم صاحب درم
- “Bu gemide bir kese kayboldu. Herkesi aradık, bu arayıştan sen kurtulamazsın.
- که در این کشتی حرمدان گمشدست ** جمله را جستیم نتوانی تو رست
- Hırkanı çıkar, soyun da senin hakkında kimsenin şüphesi kalmasın” dedi.
- دلق بیرون کن برهنه شو ز دلق ** تا ز تو فارغ شود اوهام خلق
- Derviş “Yarabbi, şu aşağılık kişiler, kulunu töhmet altına alıyorlar, fermanını eriştir” dedi.
- گفت یا رب مر غلامت را خسان ** متهم کردند فرمان در رسان
- Dervişin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,
- چون به درد آمد دل درویش از آن ** سر برون کردند هر سو در زمان
- Yüzbinlerce balık baş çıkardı. Her birinin ağzında bir inci vardı. Ama ne inci? 3485
- صد هزاران ماهی از دریای ژرف ** در دهان هر یکی دری شگرف
- Her tanesi bir memleket haracı. Allah’tan geliyor, elbette eşi bulunmaz.
- صد هزاران ماهی از دریای پر ** در دهان هر یکی در و چه در
- Derviş gemiye birkaç inci atıp fırladı, havayı âdeta kendisine bir taht edip oturdu.
- هر یکی دری خراج ملکتی ** کز اله است این ندارد شرکتی
- Padişahlar gibi tahtının üstüne bağdaş kurup kuruldu.
- در چند انداخت در کشتی و جست ** مر هوا را ساخت کرسی و نشست
- O, havanın yücesinde, gemi de onun önünde!
- خوش مربع چون شهان بر تخت خویش ** او فراز اوج و کشتیاش به پیش
- Dedi ki: “Yürüyün, gidin. Gemi sizin Hak benim, yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın! 3490
- گفت رو کشتی شما را حق مرا ** تا نباشد با شما دزد گدا
- Bakalım, bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hoşum, Hak’la çift, halktan tek!
- تا که را باشد خسارت زین فراق ** من خوشم جفت حق و با خلق طاق