Gemidekiler dediler ki: “Ey ulu, sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?”
بانگ کردند اهل کشتی کای همام ** از چه دادندت چنین عالی مقام
Derviş, “Yoksulu töhmet altına almak, hor hakir bir şey için Hakk’ı incitmek yüzünden.
گفت از تهمت نهادن بر فقیر ** و ز حق آزاری پی چیزی حقیر
Hâşa, bu yüzden değil. Ululara tazim ettiğimden. Çünkü ben, yoksullar hakkında hiç kötü zanna düşmedim. 3495
حاش لله بل ز تعظیم شهان ** که نبودم در فقیران بد گمان
Onlar öyle lâtif, öyle nefesleri hoş kişilerdir ki onları ululamak için Allah’tan “ Abese” suresi geldi.
آن فقیران لطیف خوش نفس ** کز پی تعظیمشان آمد عبس
Onların yoksulluğu, dünyayı dönüp dolaşma yüzünden ve dünyalık için değil. Hak’tan başka hiçbir şey olmadığından onlarda yokluğu, yoksulluğu kabul etmişlerdir.
آن فقیری بهر پیچا پیچ نیست ** بل پی آن که بجز حق هیچ نیست
Nasıl töhmet altına alabilirim ki. Hak, ondan yedinci kat göğe kadar hazinelerine emin etmiştir” dedi.
متهم چون دارم آنها را که حق ** کرد امین مخزن هفتم طبق
Töhmetli nefistir; yüce akıl değil. Töhmetli duygudur; lâtif nur değil.
متهم نفس است نه عقل شریف ** متهم حس است نه نور لطیف
Nefis Sofestai olmuştur, vur nefsin kafasına! Çünkü hakikati kötekle anlar, delil getirmekle değil. 3500
نفس سوفسطایی آمد میزنش ** کش زدن سازد نه حجت گفتنش
Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir hayaldi.
معجزه بیند فروزد آن زمان ** بعد از آن گوید خیالی بود آن
Hakikat olsaydı o gördüğüm şaşılacak şey gece gündüz gözümün önünde dururdu.
ور حقیقت بودی آن دید عجب ** چون مقیم چشم نامد روز و شب
Hâlbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz.
آن مقیم چشم پاکان میبود ** نه قرین چشم حیوان میشود
O şaşılacak şey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kuşu, hiç dar bir kuyuya girer mi?
کان عجب زین حس دارد عار و ننگ ** کی بود طاوس اندر چاه تنگ
Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini söylüyorum, söylediğim de pek cüzi, muhtasar! 3505
تا نگویی مر مرا بسیار گو ** من ز صد یک گویم و آن همچو مو
Sofilerin, şeyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi kınamaları
تشنیع صوفیان بر آن صوفی که پیش شیخ بسیار میگوید
Sofiler, bir sofiyi kınayıp tekke şeyhinin yanına gelerek,
صوفیان بر صوفیی شنعت زدند ** پیش شیخ خانقاهی آمدند
Şeyhe “Ey ulumuz, medet... Bu sofiden öcümüzü al” dediler.
شیخ را گفتند داد جان ما ** تو از این صوفی بجو ای پیشوا
Şeyh “Sofiler, şikâyetiniz neden” diye sorunca birisi “Bu sofinin üç kötü huyu var;
گفت آخر چه گله ست ای صوفیان ** گفت این صوفی سه خو دارد گران
Söze başladı mı çan gibi susmak bilmez, boyuna söyler. Yemeğe girişti mi yirmi kişinin öğününden fazla yemek yer.
در سخن بسیار گو همچون جرس ** در خورش افزون خورد از بیست کس
Yattı mı uyudu mu Eshabı Kehf’e benzer” dedi. Sofiler, bu üç huy, yol ehline yaraşmaz diye şeyhin huzurunda savaşa giriştiler. 3510
ور بخسبد هست چون اصحاب کهف ** صوفیان کردند پیش شیخ زحف
Şeyh o fakire yüz çevirip dedi ki: “Ne halin olursa olsan, o halde itidali koru.
شیخ رو آورد سوی آن فقیر ** که ز هر حالی که هست اوساط گیر
“İşlerin hayırlısı orta hallisidir” diye haberde bile var. Vücuttaki Ahlât itidal yüzünden faydalı.
در خبر خیر الأمور أوساطها ** نافع آمد ز اعتدال أخلاطها
Bunların biri herhangi bir ârızî sebeple fazlalaştı mı insanın bedeninde hastalık meydana gelir.
گر یکی خلطی فزون شد از عرض ** در تن مردم پدید آید مرض
Yoldaşına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu, nihayet ayrılığa sebep olur.
بر قرین خویش مفزا در صفت ** کان فراق آرد یقین در عاقبت
Musa’nın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi dosta fazla geldi. 3515
نطق موسی بد بر اندازه و لیک ** هم فزون آمد ز گفت یار نیک
O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu. Musa’ya “Haydi, git... Sen çok söylüyorsun... Gayri ayrılık geldi, çattı!
آن فزونی با خضر آمد شقاق ** گفت رو تو مکثری هذا فراق
Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş... Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.
موسیا بسیار گویی دور شو ** ور نه با من گنگ باش و کور شو
Yok... Eğer gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmiş, benden ayrılmış sayılırsın” dedi.
ور نرفتی وز ستیزه شستهای ** تو به معنی رفتهای بگسستهای
Meselâ namazda ansızın yellensen, biriside sana git yeniden aptes al dese,
چون حدث کردی تو ناگه در نماز ** گویدت سوی طهارت رو به تاز
Gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk.. be şaşkın, zaten namazın gitti! 3520
ور نرفتی خشک جنبان میشوی ** خود نمازت رفت بنشین ای غوی
Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var.
رو بر آنها که هم جفت تواند ** عاشقان و تشنهی گفت تواند
Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
پاسبان بر خوابناکان بر فزود ** ماهیان را پاسبان حاجت نبود
Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
جامه پوشان را نظر بر گازر است ** جان عریان را تجلی زیور است
Ya çıplakları bırak, bir yana çekil… Yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
یا ز عریانان به یک سو باز رو ** یا چو ایشان فارغ از تن جامه شو
Yok... Eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!” 3525
ور نمیتانی که کل عریان شوی ** جامه کم کن تا ره اوسط روی
Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
عذر گفتن فقیر به شیخ
Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
پس فقیر آن شیخ را احوال گفت ** عذر را با آن غرامت کرد جفت
Şeyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar verdi.
مر سؤال شیخ را داد او جواب ** چون جوابات خضر خوب و صواب
Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’tan verdiği cevaplarlarla;
آن جوابات سؤالات کلیم ** کش خضر بنمود از رب علیم
Musa’nın müşkülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müşkülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
گشت مشکلهاش حل و افزون زیاد ** از پی هر مشکلش مفتاح داد
Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti. 3530
از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت
Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است
Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم
Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن
Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است
Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır. 3535
هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد میدان که اوسط آن بود
Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی
Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول
Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
آن یکی تا کعبه حافی میرود ** و آن یکی تا مسجد از خود میشود
Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir. 3540
این وسط در با نهایت میرود ** که مرا آن را اول و آخر بود
Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان
Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
بینهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف