- Nefis Sofestai olmuştur, vur nefsin kafasına! Çünkü hakikati kötekle anlar, delil getirmekle değil. 3500
- نفس سوفسطایی آمد میزنش ** کش زدن سازد نه حجت گفتنش
- Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir hayaldi.
- معجزه بیند فروزد آن زمان ** بعد از آن گوید خیالی بود آن
- Hakikat olsaydı o gördüğüm şaşılacak şey gece gündüz gözümün önünde dururdu.
- ور حقیقت بودی آن دید عجب ** چون مقیم چشم نامد روز و شب
- Hâlbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz.
- آن مقیم چشم پاکان میبود ** نه قرین چشم حیوان میشود
- O şaşılacak şey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kuşu, hiç dar bir kuyuya girer mi?
- کان عجب زین حس دارد عار و ننگ ** کی بود طاوس اندر چاه تنگ
- Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini söylüyorum, söylediğim de pek cüzi, muhtasar! 3505
- تا نگویی مر مرا بسیار گو ** من ز صد یک گویم و آن همچو مو
- Sofilerin, şeyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi kınamaları
- تشنیع صوفیان بر آن صوفی که پیش شیخ بسیار میگوید
- Sofiler, bir sofiyi kınayıp tekke şeyhinin yanına gelerek,
- صوفیان بر صوفیی شنعت زدند ** پیش شیخ خانقاهی آمدند
- Şeyhe “Ey ulumuz, medet... Bu sofiden öcümüzü al” dediler.
- شیخ را گفتند داد جان ما ** تو از این صوفی بجو ای پیشوا
- Şeyh “Sofiler, şikâyetiniz neden” diye sorunca birisi “Bu sofinin üç kötü huyu var;
- گفت آخر چه گله ست ای صوفیان ** گفت این صوفی سه خو دارد گران
- Söze başladı mı çan gibi susmak bilmez, boyuna söyler. Yemeğe girişti mi yirmi kişinin öğününden fazla yemek yer.
- در سخن بسیار گو همچون جرس ** در خورش افزون خورد از بیست کس
- Yattı mı uyudu mu Eshabı Kehf’e benzer” dedi. Sofiler, bu üç huy, yol ehline yaraşmaz diye şeyhin huzurunda savaşa giriştiler. 3510
- ور بخسبد هست چون اصحاب کهف ** صوفیان کردند پیش شیخ زحف
- Şeyh o fakire yüz çevirip dedi ki: “Ne halin olursa olsan, o halde itidali koru.
- شیخ رو آورد سوی آن فقیر ** که ز هر حالی که هست اوساط گیر
- “İşlerin hayırlısı orta hallisidir” diye haberde bile var. Vücuttaki Ahlât itidal yüzünden faydalı.
- در خبر خیر الأمور أوساطها ** نافع آمد ز اعتدال أخلاطها
- Bunların biri herhangi bir ârızî sebeple fazlalaştı mı insanın bedeninde hastalık meydana gelir.
- گر یکی خلطی فزون شد از عرض ** در تن مردم پدید آید مرض
- Yoldaşına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu, nihayet ayrılığa sebep olur.
- بر قرین خویش مفزا در صفت ** کان فراق آرد یقین در عاقبت
- Musa’nın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi dosta fazla geldi. 3515
- نطق موسی بد بر اندازه و لیک ** هم فزون آمد ز گفت یار نیک
- O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu. Musa’ya “Haydi, git... Sen çok söylüyorsun... Gayri ayrılık geldi, çattı!
- آن فزونی با خضر آمد شقاق ** گفت رو تو مکثری هذا فراق
- Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş... Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.
- موسیا بسیار گویی دور شو ** ور نه با من گنگ باش و کور شو
- Yok... Eğer gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmiş, benden ayrılmış sayılırsın” dedi.
- ور نرفتی وز ستیزه شستهای ** تو به معنی رفتهای بگسستهای
- Meselâ namazda ansızın yellensen, biriside sana git yeniden aptes al dese,
- چون حدث کردی تو ناگه در نماز ** گویدت سوی طهارت رو به تاز
- Gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk.. be şaşkın, zaten namazın gitti! 3520
- ور نرفتی خشک جنبان میشوی ** خود نمازت رفت بنشین ای غوی
- Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var.
- رو بر آنها که هم جفت تواند ** عاشقان و تشنهی گفت تواند
- Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
- پاسبان بر خوابناکان بر فزود ** ماهیان را پاسبان حاجت نبود
- Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
- جامه پوشان را نظر بر گازر است ** جان عریان را تجلی زیور است
- Ya çıplakları bırak, bir yana çekil… Yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
- یا ز عریانان به یک سو باز رو ** یا چو ایشان فارغ از تن جامه شو
- Yok... Eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!” 3525
- ور نمیتانی که کل عریان شوی ** جامه کم کن تا ره اوسط روی
- Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
- عذر گفتن فقیر به شیخ
- Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
- پس فقیر آن شیخ را احوال گفت ** عذر را با آن غرامت کرد جفت
- Şeyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar verdi.
- مر سؤال شیخ را داد او جواب ** چون جوابات خضر خوب و صواب
- Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’tan verdiği cevaplarlarla;
- آن جوابات سؤالات کلیم ** کش خضر بنمود از رب علیم
- Musa’nın müşkülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müşkülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
- گشت مشکلهاش حل و افزون زیاد ** از پی هر مشکلش مفتاح داد
- Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti. 3530
- از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت
- Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
- گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است
- Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
- آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم
- Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
- هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن
- Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
- ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است
- Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır. 3535
- هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد میدان که اوسط آن بود
- Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
- چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی
- Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
- تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول
- Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
- آن یکی تا کعبه حافی میرود ** و آن یکی تا مسجد از خود میشود
- Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
- آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
- Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir. 3540
- این وسط در با نهایت میرود ** که مرا آن را اول و آخر بود
- Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
- اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان
- Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
- بینهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف
- Allah, “Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
- اول و آخر نشانش کس نداد ** گفت لو کان له البحر مداد
- Hatta yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
- هفت دریا گر شود کلی مداد ** نیست مر پایان شدن را هیچ امید
- Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez. 3545
- باغ و بیشه گر بود یک سر قلم ** زین سخن هرگز نگردد هیچ کم
- O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır.
- آن همه حبر و قلم فانی شود ** وین حدیث بیعدد باقی بود
- Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor sanıyor.
- حالت من خواب را ماند گهی ** خواب پندارد مر آن را گمرهی
- Hâlbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki işsiz güçsüz gibi duruyorum ama işimde var, gücüm de!
- چشم من خفته دلم بیدار دان ** شکل بیکار مرا بر کار دان
- Peygamber “Gözlerim uyur ama Allah lütfuyla kalbim uyumaz” dedi.
- گفت پیغمبر که عینای تنام ** لا ینام قلبی عن رب الأنام