English    Türkçe    فارسی   

2
3521-3570

  • Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var.
  • رو بر آنها که هم جفت تواند ** عاشقان و تشنه‏ی گفت تواند
  • Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
  • پاسبان بر خوابناکان بر فزود ** ماهیان را پاسبان حاجت نبود
  • Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
  • جامه پوشان را نظر بر گازر است ** جان عریان را تجلی زیور است‏
  • Ya çıplakları bırak, bir yana çekil… Yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
  • یا ز عریانان به یک سو باز رو ** یا چو ایشان فارغ از تن جامه شو
  • Yok... Eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!” 3525
  • ور نمی‏تانی که کل عریان شوی ** جامه کم کن تا ره اوسط روی‏
  • Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
  • عذر گفتن فقیر به شیخ‏
  • Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
  • پس فقیر آن شیخ را احوال گفت ** عذر را با آن غرامت کرد جفت‏
  • Şeyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar verdi.
  • مر سؤال شیخ را داد او جواب ** چون جوابات خضر خوب و صواب‏
  • Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’tan verdiği cevaplarlarla;
  • آن جوابات سؤالات کلیم ** کش خضر بنمود از رب علیم‏
  • Musa’nın müşkülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müşkülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
  • گشت مشکلهاش حل و افزون زیاد ** از پی هر مشکلش مفتاح داد
  • Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti. 3530
  • از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت‏
  • Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
  • گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است‏
  • Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
  • آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم‏
  • Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
  • هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن‏
  • Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
  • ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است‏
  • Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır. 3535
  • هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد می‏دان که اوسط آن بود
  • Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
  • چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی‏
  • Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
  • تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول‏
  • Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
  • آن یکی تا کعبه حافی می‏رود ** و آن یکی تا مسجد از خود می‏شود
  • Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
  • آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
  • Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir. 3540
  • این وسط در با نهایت می‏رود ** که مرا آن را اول و آخر بود
  • Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
  • اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان‏
  • Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
  • بی‏نهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف‏
  • Allah, “Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
  • اول و آخر نشانش کس نداد ** گفت لو کان له البحر مداد
  • Hatta yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
  • هفت دریا گر شود کلی مداد ** نیست مر پایان شدن را هیچ امید
  • Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez. 3545
  • باغ و بیشه گر بود یک سر قلم ** زین سخن هرگز نگردد هیچ کم‏
  • O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır.
  • آن همه حبر و قلم فانی شود ** وین حدیث بی‏عدد باقی بود
  • Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor sanıyor.
  • حالت من خواب را ماند گهی ** خواب پندارد مر آن را گمرهی‏
  • Hâlbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki işsiz güçsüz gibi duruyorum ama işimde var, gücüm de!
  • چشم من خفته دلم بیدار دان ** شکل بی‏کار مرا بر کار دان‏
  • Peygamber “Gözlerim uyur ama Allah lütfuyla kalbim uyumaz” dedi.
  • گفت پیغمبر که عینای تنام ** لا ینام قلبی عن رب الأنام‏
  • Senin gözün açık, kalbin uyuyor; benim gözüm uyuyor, gönlüme kapı açılmış! 3550
  • چشم تو بیدار و دل خفته به خواب ** چشم من خفته دلم در فتح باب‏
  • Gönlün ayrı beş duygusu var, gönül duygusuna iki cihan da pencere.
  • مر دلم را پنج حس دیگر است ** حس دل را هر دو عالم منظر است‏
  • Sen, kendi zayıflığınla bana bakma… Sana gece çağı ama o gece, bana kuşluk vakti.
  • تو ز ضعف خود مکن در من نگاه ** بر تو شب بر من همان شب چاشت‏گاه‏
  • Sana zindan, fakat o zindan bana bahçe gibi. Meşguliyetin ta kendisi bana istirahat hali.
  • بر تو زندان بر من آن زندان چو باغ ** عین مشغولی مرا گشته فراغ‏
  • Senin ayağın balçıkta, bana balçık gül kesilmiş... Sana yas, bana düğün, dernek davul zurna!
  • پای تو در گل مرا گل گشته گل ** مر ترا ماتم مرا سور و دهل‏
  • Seninle yeryüzünde oturup duruyorum ama Zuhal yıldızı gibi yedinci kat göğün üstünde koşup durmaktayım. 3555
  • در زمینم با تو ساکن در محل ** می‏دوم بر چرخ هفتم چون زحل‏
  • Seninle oturan ben değilim, benim gölgem. Mertebem, düşüncelerden üstün.
  • همنشینت من نیم سایه‏ی من است ** برتر از اندیشه‏ها پایه‏ی من است‏
  • Çünkü ben düşüncelerden, vesveselerden geçtim, onların dışında koşup gezmekteyim.
  • ز انکه من ز اندیشه‏ها بگذشته‏ام ** خارج اندیشه پویان گشته‏ام‏
  • Ben endişelere hâkimim, mahkûm değil. Usta, binaya hâkimdir.
  • حاکم اندیشه‏ام محکوم نی ** ز انکه بنا حاکم آمد بر بنا
  • Bütün halk, endişelere, vesveselere mahkûmdur. O yüzden hepsinin gönlü hasta, hepsi gamlı, gussalıdır.
  • جمله خلقان سخره‏ی اندیشه‏اند ** ز آن سبب خسته دل و غم پیشه‏اند
  • Onların arasından çıkıp kurtulmak istersem kendimi mahsustan endişeli gösteririm. 3560
  • قاصدا خود را به اندیشه دهم ** چون بخواهم از میانشان بر جهم‏
  • Ben, yücelerde uçan bir kuşum, endişe sinek! Sinek nasıl olurda beni elde edebilir?
  • من چو مرغ اوجم اندیشه مگس ** کی بود بر من مگس را دست‏رس‏
  • Ayakları kırık olanlar da benimle buluşsunlar, konuşsunlar diye göğün yücelerinden kasten aşağıya inerim.
  • قاصدا زیر آیم از اوج بلند ** تا شکسته پایگان بر من تنند
  • Aşağılık sıfatlardan usandım mı melekler gibi uçuveririm.
  • چون ملالم گیرد از سفلی صفات ** بر پرم همچون طیور الصافات‏
  • Benim kanadım, kendinden çıkmadır. Vücuduma iki kanat yapıştırmadım ben.
  • پر من رسته ست هم از ذات خویش ** بر نچسبانم دو پر من با سریش‏
  • Cafer-i Tayyar’ın kanadı kendindendir, Cafer-i Tarrar’ın kanadı ise iğreti. 3565
  • جعفر طیار را پر جاریه ست ** جعفر عیار را پر عاریه ست‏
  • Tatmayan adama göre bu, dâvadan ibarettir. Fakat makamı yüce kişilere göre dâva değil, manadır.
  • نزد آن که لم یذق دعوی است این ** نزد سکان افق معنی است این‏
  • Bu söz, kargaya göre lâftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sineğe göre dolu tencere ile boş tencere birdir.
  • لاف و دعوی باشد این پیش غراب ** دیگ تی و پر یکی پیش ذباب‏
  • İçinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir olduğun kadar ye!
  • چون که در تو می‏شود لقمه گهر ** تن مزن چندان که بتوانی بخور
  • Şeyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için leğene kustu, leğen inciyle doldu.
  • شیخ روزی بهر دفع سوء ظن ** در لگن قی کرد پر در شد لگن‏
  • Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az akıllılığına acıyıp ancak akılla anlaşılır inciyi gözle görülür inci haline getirdi. 3570
  • گوهر معقول را محسوس کرد ** پیر بینا بهر کم عقلی مرد