- Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti.   3530
- از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
- گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
- آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
- هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
- ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır.   3535
- هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد میدان که اوسط آن بود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
- چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
- تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
- آن یکی تا کعبه حافی میرود ** و آن یکی تا مسجد از خود میشود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
- آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir.   3540
- این وسط در با نهایت میرود ** که مرا آن را اول و آخر بود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
- اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
- بینهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Allah, “Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
- اول و آخر نشانش کس نداد ** گفت لو کان له البحر مداد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hatta yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
- هفت دریا گر شود کلی مداد ** نیست مر پایان شدن را هیچ امید
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez.   3545
- باغ و بیشه گر بود یک سر قلم ** زین سخن هرگز نگردد هیچ کم
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır.
- آن همه حبر و قلم فانی شود ** وین حدیث بیعدد باقی بود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor sanıyor.
- حالت من خواب را ماند گهی ** خواب پندارد مر آن را گمرهی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hâlbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki işsiz güçsüz gibi duruyorum ama işimde var, gücüm de!
- چشم من خفته دلم بیدار دان ** شکل بیکار مرا بر کار دان
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Peygamber “Gözlerim uyur ama Allah lütfuyla kalbim uyumaz” dedi.
- گفت پیغمبر که عینای تنام ** لا ینام قلبی عن رب الأنام
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Senin gözün açık, kalbin uyuyor; benim gözüm uyuyor, gönlüme kapı açılmış!   3550
- چشم تو بیدار و دل خفته به خواب ** چشم من خفته دلم در فتح باب
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Gönlün ayrı beş duygusu var, gönül duygusuna iki cihan da pencere.
- مر دلم را پنج حس دیگر است ** حس دل را هر دو عالم منظر است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sen, kendi zayıflığınla bana bakma… Sana gece çağı ama o gece, bana kuşluk vakti.
- تو ز ضعف خود مکن در من نگاه ** بر تو شب بر من همان شب چاشتگاه
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sana zindan, fakat o zindan bana bahçe gibi. Meşguliyetin ta kendisi bana istirahat hali.
- بر تو زندان بر من آن زندان چو باغ ** عین مشغولی مرا گشته فراغ
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Senin ayağın balçıkta, bana balçık gül kesilmiş... Sana yas, bana düğün, dernek davul zurna!
- پای تو در گل مرا گل گشته گل ** مر ترا ماتم مرا سور و دهل
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Seninle yeryüzünde oturup duruyorum ama Zuhal yıldızı gibi yedinci kat göğün üstünde koşup durmaktayım.   3555
- در زمینم با تو ساکن در محل ** میدوم بر چرخ هفتم چون زحل
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Seninle oturan ben değilim, benim gölgem. Mertebem, düşüncelerden üstün.
- همنشینت من نیم سایهی من است ** برتر از اندیشهها پایهی من است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çünkü ben düşüncelerden, vesveselerden geçtim, onların dışında koşup gezmekteyim.
- ز انکه من ز اندیشهها بگذشتهام ** خارج اندیشه پویان گشتهام
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ben endişelere hâkimim, mahkûm değil. Usta, binaya hâkimdir.
- حاکم اندیشهام محکوم نی ** ز انکه بنا حاکم آمد بر بنا
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bütün halk, endişelere, vesveselere mahkûmdur. O yüzden hepsinin gönlü hasta, hepsi gamlı, gussalıdır.
- جمله خلقان سخرهی اندیشهاند ** ز آن سبب خسته دل و غم پیشهاند
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Onların arasından çıkıp kurtulmak istersem kendimi mahsustan endişeli gösteririm.   3560
- قاصدا خود را به اندیشه دهم ** چون بخواهم از میانشان بر جهم
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ben, yücelerde uçan bir kuşum, endişe sinek! Sinek nasıl olurda beni elde edebilir?
- من چو مرغ اوجم اندیشه مگس ** کی بود بر من مگس را دسترس
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ayakları kırık olanlar da benimle buluşsunlar, konuşsunlar diye göğün yücelerinden kasten aşağıya inerim.
- قاصدا زیر آیم از اوج بلند ** تا شکسته پایگان بر من تنند
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Aşağılık sıfatlardan usandım mı melekler gibi uçuveririm.
- چون ملالم گیرد از سفلی صفات ** بر پرم همچون طیور الصافات
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Benim kanadım, kendinden çıkmadır. Vücuduma iki kanat yapıştırmadım ben.
- پر من رسته ست هم از ذات خویش ** بر نچسبانم دو پر من با سریش
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Cafer-i Tayyar’ın kanadı kendindendir, Cafer-i Tarrar’ın kanadı ise iğreti.   3565
- جعفر طیار را پر جاریه ست ** جعفر عیار را پر عاریه ست
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Tatmayan adama göre bu, dâvadan ibarettir. Fakat makamı yüce kişilere göre dâva değil, manadır.
- نزد آن که لم یذق دعوی است این ** نزد سکان افق معنی است این
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu söz, kargaya göre lâftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sineğe göre dolu tencere ile boş tencere birdir.
- لاف و دعوی باشد این پیش غراب ** دیگ تی و پر یکی پیش ذباب
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İçinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir olduğun kadar ye!
- چون که در تو میشود لقمه گهر ** تن مزن چندان که بتوانی بخور
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şeyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için leğene kustu, leğen inciyle doldu.
- شیخ روزی بهر دفع سوء ظن ** در لگن قی کرد پر در شد لگن
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az akıllılığına acıyıp ancak akılla anlaşılır inciyi gözle görülür inci haline getirdi.   3570
- گوهر معقول را محسوس کرد ** پیر بینا بهر کم عقلی مرد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Fakat midende temiz de pis murdar bir hale geliyorsa boğazını kilitle, anahtarı da sakla.
- چون که در معده شود پاکت پلید ** قفل نه بر حلق و پنهان کن کلید
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Lokma, kimde ululuk nuru haline gelirse ne dilerse yesin... Ona helâl!
- هر که در وی لقمه شد نور جلال ** هر چه خواهد تا خورد او را حلال
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	      
		  
		  - Doğruluğuna kendisi tanık olan iddia
- بیان دعویی که عین آن دعوی گواه صدق خویش است
 
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Eğer benim canıma âşina isen bilirsin ki şu manalı sözüm boş dâva değildir.
- گر تو هستی آشنای جان من ** نیست دعوی گفت معنی لان من
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Gece yarısında bile senin yanındayım; kendine gel... Geceleyin korkma; ben senin adamınım, hısmınım dersem,
- گر بگویم نیم شب پیش توام ** هین مترس از شب که من خویش توام
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Bu iki iddia da, eğer hısımlarının sesini tanırsan sence doğrudur.   3575
- این دو دعوی پیش تو معنی بود ** چون شناسی بانگ خویشاوند خود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yanında olmak da, hısmın bulunmak da iddiadır ama iyi anlayan kişiye göre ikisi de mânadan ibarettir ve doğrudur.
- پیشی و خویشی دو دعوی بود لیک ** هر دو معنی بود پیش فهم نیک
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sesinin yakından gelişi de şehadet eder ki bu nefes, bir sevgilinin yanından gelmekte.
- قرب آوازش گواهی میدهد ** کاین دم از نزدیک یاری میجهد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hısımların seslerindeki tat da o hısmın doğruluğuna şahittir.
- لذت آواز خویشاوند نیز ** شد گوا بر صدق آن خویش عزیز
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Fakat Allah ilhamına mazhar olmayan ve bilgisizliğinden yabancı sesiyle akraba sesini birbirinden ayırt edemeyen ahmağa göre,
- باز بیالهام احمق کاو ز جهل ** مینداند بانگ بیگانه ز اهل