- Bu söz, kargaya göre lâftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sineğe göre dolu tencere ile boş tencere birdir.
- لاف و دعوی باشد این پیش غراب ** دیگ تی و پر یکی پیش ذباب
- İçinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir olduğun kadar ye!
- چون که در تو میشود لقمه گهر ** تن مزن چندان که بتوانی بخور
- Şeyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için leğene kustu, leğen inciyle doldu.
- شیخ روزی بهر دفع سوء ظن ** در لگن قی کرد پر در شد لگن
- Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az akıllılığına acıyıp ancak akılla anlaşılır inciyi gözle görülür inci haline getirdi. 3570
- گوهر معقول را محسوس کرد ** پیر بینا بهر کم عقلی مرد
- Fakat midende temiz de pis murdar bir hale geliyorsa boğazını kilitle, anahtarı da sakla.
- چون که در معده شود پاکت پلید ** قفل نه بر حلق و پنهان کن کلید
- Lokma, kimde ululuk nuru haline gelirse ne dilerse yesin... Ona helâl!
- هر که در وی لقمه شد نور جلال ** هر چه خواهد تا خورد او را حلال
- Doğruluğuna kendisi tanık olan iddia
- بیان دعویی که عین آن دعوی گواه صدق خویش است
- Eğer benim canıma âşina isen bilirsin ki şu manalı sözüm boş dâva değildir.
- گر تو هستی آشنای جان من ** نیست دعوی گفت معنی لان من
- Gece yarısında bile senin yanındayım; kendine gel... Geceleyin korkma; ben senin adamınım, hısmınım dersem,
- گر بگویم نیم شب پیش توام ** هین مترس از شب که من خویش توام
- Bu iki iddia da, eğer hısımlarının sesini tanırsan sence doğrudur. 3575
- این دو دعوی پیش تو معنی بود ** چون شناسی بانگ خویشاوند خود
- Yanında olmak da, hısmın bulunmak da iddiadır ama iyi anlayan kişiye göre ikisi de mânadan ibarettir ve doğrudur.
- پیشی و خویشی دو دعوی بود لیک ** هر دو معنی بود پیش فهم نیک
- Sesinin yakından gelişi de şehadet eder ki bu nefes, bir sevgilinin yanından gelmekte.
- قرب آوازش گواهی میدهد ** کاین دم از نزدیک یاری میجهد
- Hısımların seslerindeki tat da o hısmın doğruluğuna şahittir.
- لذت آواز خویشاوند نیز ** شد گوا بر صدق آن خویش عزیز
- Fakat Allah ilhamına mazhar olmayan ve bilgisizliğinden yabancı sesiyle akraba sesini birbirinden ayırt edemeyen ahmağa göre,
- باز بیالهام احمق کاو ز جهل ** مینداند بانگ بیگانه ز اهل
- Bu adamın sözü dâvadan ibarettir. Bu ahmağın bilgisizliği, inkârına sebep olur. 3580
- پیش او دعوی بود گفتار او ** جهل او شد مایهی انکار او
- Fakat gönlünde Allah nurları olan akıllı, anlayışlı kişiye göre bu ses, mananın ta kendisidir ve doğrudur.
- پیش زیرک کاندرونش نورهاست ** عین این آواز معنی بود راست
- Bu, şuna benzer: Arapça bilen birisi, Arapça “Ben Arapça bilirim” dese,
- یا به تازی گفت یک تازی زبان ** که همیدانم زبان تازیان
- Onun Arapça bilirim demesi dâvadır ama Arapça söyleyişi de manadır, dâvasının ispatıdır.
- عین تازی گفتنش معنی بود ** گر چه تازی گفتنش دعوی بود
- Yahut bir kâtip, kâğıdın üstüne “Ben kâtibim, yazı okuyabilirim, yüce bir kişiyim” diye yazsa,
- یا نویسد کاتبی بر کاغذی ** کاتب و خط خوانم و من ابجدی
- Bu yazı filvaki dâvadır ama yazılan şeyde dâvanın doğruluğuna şahittir. 3585
- این نوشته گر چه خود دعوی بود ** هم نوشته شاهد معنی بود
- Yahut da bir sofi “Dün akşam rüyada birisini gördün ya… Hani omuzun da seccade vardı.
- یا بگوید صوفیی دیدی تو دوش ** در میان خواب سجاده به دوش
- İşte o benim. Rüyada sana nazardaki feyizleri anlatmıştım.
- من بدم آن و آن چه گفتم خواب در ** با تو اندر خواب در شرح نظر
- Onları kulağına küpe et. O sözü aklına rehber yap, sözlere uy” dese,
- گوش کن چون حلقه اندر گوش کن ** آن سخن را پیشوای هوش کن
- Bu söz, sana rüyayı hatırlatır. Yeni bir mucize, eski bir altındır.
- چون ترا یاد آید آن خواب این سخن ** معجز نو باشد و زر کهن
- Bu söz, dâva gibi görünür ama rüyayı görenin ruhu” Evet” der. Tasdik eder. 3590
- گر چه دعوی مینماید این ولی ** جان صاحب واقعه گوید بلی
- Hikmet, müminin kaybolmuş malı olduğundan kimden duysa inanır, kabul eder.
- پس چو حکمت ضالهی مومن بود ** آن ز هر که بشنود موقن بود
- Fakat kendisini hikmetin yanında bulursa nasıl şüphe edebilir. Nasıl yanılabilir?
- چون که خود را پیش او یابد فقط ** چون بود شک چون کند او را غلط
- Susuz birisine “ Acele et, çabuk, kadehteki suyu al iç” desen,
- تشنهای را چون بگویی تو شتاب ** در قدح آب است بستان زود آب
- Susuz, “Bu bir dâvadan ibaret. Yürü ey davacı benden uzaklaş”
- هیچ گوید تشنه کاین دعوی است رو ** از برم ای مدعی مهجور شو
- Yahut “Kadehtekinin su, o içilen güzel, berrak su olduğuna dair bana bir delil göster!” der mi? 3595
- یا گواه و حجتی بنما که این ** جنس آب است و از آن ماء معین
- Ana, süt emer çocuğuna “Gel yavrum, süt em, ben senin ananım” dese,
- یا به طفل شیر مادر بانگ زد ** که بیا من مادرم هان ای ولد
- Çocuk “Ana, sütünü emersem karnım doyacak mı bir delil göster!” der mi?
- طفل گوید مادرا حجت بیار ** تا که با شیرت بگیرم من قرار
- Her ümmetin gönlünde Hak’tan bir tat vardır. Peygamberlerin yüzü ve sesi de mucizedir.
- در دل هر امتی کز حق مزه ست ** روی و آواز پیمبر معجزه ست
- Peygamber, dışardan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.
- چون پیمبر از برون بانگی زند ** جان امت در درون سجده کند
- Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıştır. 3600
- ز انکه جنس بانگ او اندر جهان ** از کسی نشنیده باشد گوش جان
- O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Allah’a yaklaşır.
- آن غریب از ذوق آواز غریب ** از زبان حق شنود انی قریب
- Yahya aleyhisselâm’ın, anasının karnındayken İsa aleyhisselâm’a secde etmesi
- سجده کردن یحیی علیه السلام در شکم مادر مسیح را علیه السلام
- Yahya’nın anası, Meryem’e hamlini vazetmeden az önce gizlice dedi ki:
- مادر یحیی به مریم در نهفت ** پیشتر از وضع حمل خویش گفت
- “Karnında bir padişah var. Ülülazm ve her şeyi bilen bir peygamberdir. Ben bunu yakinen gördüm.
- که یقین دیدم درون تو شهی است ** کاو اولو العزم و رسول آگهی است
- Sana rastlayınca karnımda ki çocuğum hemen secdeye vardı.
- چون برابر اوفتادم با تو من ** کرد سجده حمل من اندر زمن
- Karnımdaki çocuk, karnındaki çocuğa secde etti. Secdesinden bedenime titreme düştü” 3605
- این جنین مر آن جنین را سجده کرد ** کز سجودش در تنم افتاد درد
- Meryem de “Ben de karnımdaki çocuğun secde ettiğini hissettim” dedi.
- گفت مریم من درون خویش هم ** سجدهای دیدم از این طفل شکم
- Buna karşı şüphe
- اشکال آوردن بر این قصه
- Ahmaklar derler ki: “Bırak şu masalı. Yalan, yanlış.
- ابلهان گویند کاین افسانه را ** خط بکش زیرا دروغ است و خطا
- Meryem, doğuracağı zaman yabancıdan da uzaktı, akrabadan da.
- ز انکه مریم وقت وضع حمل خویش ** بود از بیگانه دور و هم ز خویش
- O güzel hatun şehirden dışarı çıktı. Doğurmadıkça şehre girmedi.
- از برون شهر آن شیرین فسون ** تا نشد فارغ نیامد خود درون
- Doğurunca yavrusunu kucağına alıp, bağrına basıp soyunun, sopunun yanına geldi. 3610
- چون بزادش آن گهانش بر کنار ** بر گرفت و برد تا پیش تبار
- Yahya’nın anası, onu nerede gördü de bu hikâyeyi anlattı, bu sözü söyledi?”
- مادر یحیی کجا دیدش که تا ** گوید او را این سخن در ماجرا
- Bu şüpheye verilen cevap
- جواب اشکال
- Bunu ilhama mazhar olan, afakta, gayp âleminde bulunan şeyleri yanındaymış gibi bilen kişi anlar.
- این بداند کان که اهل خاطر است ** غایب آفاق او را حاضر است
- Yahya’nın anası, uzakta olmakla beraber Meryem’in yanında bulunabilir.
- پیش مریم حاضر آید در نظر ** مادر یحیی که دور است از بصر
- Vücut, göz göz olunca gözler kapalı olduğu halde de sevgilinin yüzü görülebilir.
- دیدهها بسته ببیند دوست را ** چون مشبک کرده باشد پوست را
- Mamafih baş gözüyle de göremediğini, can gözüyle de göremediğini farz et, ne çıkar? Ey düşkün, sen kısadan hisse almaya bak! 3615
- ور ندیدش نه از برون نز اندرون ** از حکایت گیر معنی ای زبون
- Kıssaları duyup “Nakış” kelimesine “Ş” harfinin eklendiği gibi o kıssaların suretine bağlanan, dış yüzüne kapılan kişiye benzeme.
- نه چنان کافسانهها بشنیده بود ** همچو شین بر نقش آن چسبیده بود