English    Türkçe    فارسی   

2
3568-3617

  • İçinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir olduğun kadar ye!
  • چون که در تو می‏شود لقمه گهر ** تن مزن چندان که بتوانی بخور
  • Şeyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için leğene kustu, leğen inciyle doldu.
  • شیخ روزی بهر دفع سوء ظن ** در لگن قی کرد پر در شد لگن‏
  • Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az akıllılığına acıyıp ancak akılla anlaşılır inciyi gözle görülür inci haline getirdi. 3570
  • گوهر معقول را محسوس کرد ** پیر بینا بهر کم عقلی مرد
  • Fakat midende temiz de pis murdar bir hale geliyorsa boğazını kilitle, anahtarı da sakla.
  • چون که در معده شود پاکت پلید ** قفل نه بر حلق و پنهان کن کلید
  • Lokma, kimde ululuk nuru haline gelirse ne dilerse yesin... Ona helâl!
  • هر که در وی لقمه شد نور جلال ** هر چه خواهد تا خورد او را حلال‏
  • Doğruluğuna kendisi tanık olan iddia
  • بیان دعویی که عین آن دعوی گواه صدق خویش است‏
  • Eğer benim canıma âşina isen bilirsin ki şu manalı sözüm boş dâva değildir.
  • گر تو هستی آشنای جان من ** نیست دعوی گفت معنی لان من‏
  • Gece yarısında bile senin yanındayım; kendine gel... Geceleyin korkma; ben senin adamınım, hısmınım dersem,
  • گر بگویم نیم شب پیش توام ** هین مترس از شب که من خویش توام‏
  • Bu iki iddia da, eğer hısımlarının sesini tanırsan sence doğrudur. 3575
  • این دو دعوی پیش تو معنی بود ** چون شناسی بانگ خویشاوند خود
  • Yanında olmak da, hısmın bulunmak da iddiadır ama iyi anlayan kişiye göre ikisi de mânadan ibarettir ve doğrudur.
  • پیشی و خویشی دو دعوی بود لیک ** هر دو معنی بود پیش فهم نیک‏
  • Sesinin yakından gelişi de şehadet eder ki bu nefes, bir sevgilinin yanından gelmekte.
  • قرب آوازش گواهی می‏دهد ** کاین دم از نزدیک یاری می‏جهد
  • Hısımların seslerindeki tat da o hısmın doğruluğuna şahittir.
  • لذت آواز خویشاوند نیز ** شد گوا بر صدق آن خویش عزیز
  • Fakat Allah ilhamına mazhar olmayan ve bilgisizliğinden yabancı sesiyle akraba sesini birbirinden ayırt edemeyen ahmağa göre,
  • باز بی‏الهام احمق کاو ز جهل ** می‏نداند بانگ بیگانه ز اهل‏
  • Bu adamın sözü dâvadan ibarettir. Bu ahmağın bilgisizliği, inkârına sebep olur. 3580
  • پیش او دعوی بود گفتار او ** جهل او شد مایه‏ی انکار او
  • Fakat gönlünde Allah nurları olan akıllı, anlayışlı kişiye göre bu ses, mananın ta kendisidir ve doğrudur.
  • پیش زیرک کاندرونش نورهاست ** عین این آواز معنی بود راست‏
  • Bu, şuna benzer: Arapça bilen birisi, Arapça “Ben Arapça bilirim” dese,
  • یا به تازی گفت یک تازی زبان ** که همی‏دانم زبان تازیان‏
  • Onun Arapça bilirim demesi dâvadır ama Arapça söyleyişi de manadır, dâvasının ispatıdır.
  • عین تازی گفتنش معنی بود ** گر چه تازی گفتنش دعوی بود
  • Yahut bir kâtip, kâğıdın üstüne “Ben kâtibim, yazı okuyabilirim, yüce bir kişiyim” diye yazsa,
  • یا نویسد کاتبی بر کاغذی ** کاتب و خط خوانم و من ابجدی‏
  • Bu yazı filvaki dâvadır ama yazılan şeyde dâvanın doğruluğuna şahittir. 3585
  • این نوشته گر چه خود دعوی بود ** هم نوشته شاهد معنی بود
  • Yahut da bir sofi “Dün akşam rüyada birisini gördün ya… Hani omuzun da seccade vardı.
  • یا بگوید صوفیی دیدی تو دوش ** در میان خواب سجاده به دوش‏
  • İşte o benim. Rüyada sana nazardaki feyizleri anlatmıştım.
  • من بدم آن و آن چه گفتم خواب در ** با تو اندر خواب در شرح نظر
  • Onları kulağına küpe et. O sözü aklına rehber yap, sözlere uy” dese,
  • گوش کن چون حلقه اندر گوش کن ** آن سخن را پیشوای هوش کن‏
  • Bu söz, sana rüyayı hatırlatır. Yeni bir mucize, eski bir altındır.
  • چون ترا یاد آید آن خواب این سخن ** معجز نو باشد و زر کهن‏
  • Bu söz, dâva gibi görünür ama rüyayı görenin ruhu” Evet” der. Tasdik eder. 3590
  • گر چه دعوی می‏نماید این ولی ** جان صاحب واقعه گوید بلی‏
  • Hikmet, müminin kaybolmuş malı olduğundan kimden duysa inanır, kabul eder.
  • پس چو حکمت ضاله‏ی مومن بود ** آن ز هر که بشنود موقن بود
  • Fakat kendisini hikmetin yanında bulursa nasıl şüphe edebilir. Nasıl yanılabilir?
  • چون که خود را پیش او یابد فقط ** چون بود شک چون کند او را غلط
  • Susuz birisine “ Acele et, çabuk, kadehteki suyu al iç” desen,
  • تشنه‏ای را چون بگویی تو شتاب ** در قدح آب است بستان زود آب‏
  • Susuz, “Bu bir dâvadan ibaret. Yürü ey davacı benden uzaklaş”
  • هیچ گوید تشنه کاین دعوی است رو ** از برم ای مدعی مهجور شو
  • Yahut “Kadehtekinin su, o içilen güzel, berrak su olduğuna dair bana bir delil göster!” der mi? 3595
  • یا گواه و حجتی بنما که این ** جنس آب است و از آن ماء معین‏
  • Ana, süt emer çocuğuna “Gel yavrum, süt em, ben senin ananım” dese,
  • یا به طفل شیر مادر بانگ زد ** که بیا من مادرم هان ای ولد
  • Çocuk “Ana, sütünü emersem karnım doyacak mı bir delil göster!” der mi?
  • طفل گوید مادرا حجت بیار ** تا که با شیرت بگیرم من قرار
  • Her ümmetin gönlünde Hak’tan bir tat vardır. Peygamberlerin yüzü ve sesi de mucizedir.
  • در دل هر امتی کز حق مزه ست ** روی و آواز پیمبر معجزه ست‏
  • Peygamber, dışardan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.
  • چون پیمبر از برون بانگی زند ** جان امت در درون سجده کند
  • Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıştır. 3600
  • ز انکه جنس بانگ او اندر جهان ** از کسی نشنیده باشد گوش جان‏
  • O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Allah’a yaklaşır.
  • آن غریب از ذوق آواز غریب ** از زبان حق شنود انی قریب‏
  • Yahya aleyhisselâm’ın, anasının karnındayken İsa aleyhisselâm’a secde etmesi
  • سجده کردن یحیی علیه السلام در شکم مادر مسیح را علیه السلام
  • Yahya’nın anası, Meryem’e hamlini vazetmeden az önce gizlice dedi ki:
  • مادر یحیی به مریم در نهفت ** پیشتر از وضع حمل خویش گفت‏
  • “Karnında bir padişah var. Ülülazm ve her şeyi bilen bir peygamberdir. Ben bunu yakinen gördüm.
  • که یقین دیدم درون تو شهی است ** کاو اولو العزم و رسول آگهی است‏
  • Sana rastlayınca karnımda ki çocuğum hemen secdeye vardı.
  • چون برابر اوفتادم با تو من ** کرد سجده حمل من اندر زمن‏
  • Karnımdaki çocuk, karnındaki çocuğa secde etti. Secdesinden bedenime titreme düştü” 3605
  • این جنین مر آن جنین را سجده کرد ** کز سجودش در تنم افتاد درد
  • Meryem de “Ben de karnımdaki çocuğun secde ettiğini hissettim” dedi.
  • گفت مریم من درون خویش هم ** سجده‏ای دیدم از این طفل شکم‏
  • Buna karşı şüphe
  • اشکال آوردن بر این قصه‏
  • Ahmaklar derler ki: “Bırak şu masalı. Yalan, yanlış.
  • ابلهان گویند کاین افسانه را ** خط بکش زیرا دروغ است و خطا
  • Meryem, doğuracağı zaman yabancıdan da uzaktı, akrabadan da.
  • ز انکه مریم وقت وضع حمل خویش ** بود از بیگانه دور و هم ز خویش‏
  • O güzel hatun şehirden dışarı çıktı. Doğurmadıkça şehre girmedi.
  • از برون شهر آن شیرین فسون ** تا نشد فارغ نیامد خود درون‏
  • Doğurunca yavrusunu kucağına alıp, bağrına basıp soyunun, sopunun yanına geldi. 3610
  • چون بزادش آن گهانش بر کنار ** بر گرفت و برد تا پیش تبار
  • Yahya’nın anası, onu nerede gördü de bu hikâyeyi anlattı, bu sözü söyledi?”
  • مادر یحیی کجا دیدش که تا ** گوید او را این سخن در ماجرا
  • Bu şüpheye verilen cevap
  • جواب اشکال‏
  • Bunu ilhama mazhar olan, afakta, gayp âleminde bulunan şeyleri yanındaymış gibi bilen kişi anlar.
  • این بداند کان که اهل خاطر است ** غایب آفاق او را حاضر است‏
  • Yahya’nın anası, uzakta olmakla beraber Meryem’in yanında bulunabilir.
  • پیش مریم حاضر آید در نظر ** مادر یحیی که دور است از بصر
  • Vücut, göz göz olunca gözler kapalı olduğu halde de sevgilinin yüzü görülebilir.
  • دیده‏ها بسته ببیند دوست را ** چون مشبک کرده باشد پوست را
  • Mamafih baş gözüyle de göremediğini, can gözüyle de göremediğini farz et, ne çıkar? Ey düşkün, sen kısadan hisse almaya bak! 3615
  • ور ندیدش نه از برون نز اندرون ** از حکایت گیر معنی ای زبون‏
  • Kıssaları duyup “Nakış” kelimesine “Ş” harfinin eklendiği gibi o kıssaların suretine bağlanan, dış yüzüne kapılan kişiye benzeme.
  • نه چنان کافسانه‏ها بشنیده بود ** همچو شین بر نقش آن چسبیده بود
  • Dilsiz Dimne, Kelile’ye nasıl söz söyler? Söz söylemekten aciz Dinme, Kelile’ye meramını nasıl anlatırdı?
  • تا همی‏گفت آن کلیله بی‏زبان ** چون سخن نوشد ز دمنه بی‏بیان‏