- O akıllı öküz nasıl aslana vezir oldu. Fil ayın aksinden nasıl korktu? 3620
- چون وزیر شیر شد گاو نبیل ** چون ز عکس ماه ترسان گشت پیل
- Bu Dimne ve Kelile hikâyesinin hepsi yalan. Yoksa karganın leylekle ne alışverişi olur,nasıl leylekle savaşır?” deme.
- این کلیله و دمنه جمله افتری است ** ور نه کی با زاغ لکلک را مری است
- Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, mana içindeki taneye.
- ای برادر قصه چون پیمانهای است ** معنی اندر وی مثال دانهای است
- Akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu? Ona bakmaz.
- دانهی معنی بگیرد مرد عقل ** ننگرد پیمانه را گر گشت نقل
- Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!
- ماجرای بلبل و گل گوش دار ** گر چه گفتی نیست آن جا آشکار
- Hâl diliyle söz söyleyiş ve anlaşılması
- سخن گفتن به زبان حال و فهم کردن آن
- Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların manasına vâkıf ol güzelim. 3625
- ماجرای شمع با پروانه نیز ** بشنو و معنی گزین کن ای عزیز
- Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, manası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma.
- گر چه گفتی نیست سر گفت هست ** هین ببالا پر مپر چون جغد پست
- Birisi “Burası satrançta ruh hanesi” demiş. Bu sözü duyan “O, evi nereden elde etmiş?”
- گفت در شطرنج کاین خانهی رخ است ** گفت خانه از کجاش آمد بدست
- Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş?” diye sormuş. Ne mutlu mana anlayana!
- خانه را بخرید یا میراث یافت ** فرخ آن کس کاو سوی معنی شتافت
- Nahivcilerden biri “Zeyd, Amr’ı dövdü” diye bir misal getirmiş. Dinleyen “Suçu yokken neye dövmüş?
- گفت نحوی زید عمرا قد ضرب ** گفت چونش کرد بیجرمی ادب
- Amr’ın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der. 3630
- عمرو را جرمش چه بد کان زید خام ** بیگنه او را بزد همچون غلام
- Nahivci, “Bu, mana ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak, ölçeğe lüzum yok.
- گفت این پیمانهی معنی بود ** گندمی بستان که پیمانه است رد
- Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış!” derse de,
- زید و عمرو از بهر اعراب است و ساز ** گر دروغ است آن تو با اعراب ساز
- Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
- گفت نه من آن ندانم عمرو را ** زید چون زد بیگناه و بیخطا
- Nahivci naçar kalır, alaya başlar: Amr, fazla olarak bir “V” çalmıştı.
- گفت از ناچار و لاغی بر گشود ** عمرو یک واو فزون دزدیده بود
- Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım! 3635
- زید واقف گشت دزدش را بزد ** چون که از حد برد او را حد سزد
- Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
- پذیرا آمدن سخن باطل در دل باطلان
- Bunun üzerine o adam “Hah, doğru... Şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
- گفت اینک راست پذرفتم به جان ** کج نماید راست در پیش کجان
- Bir şaşıya “Ay birdir” desen “İkidir, bir olmasında şüphe var” der.
- گر بگویی احولی را مه یکی است ** گویدت این دوست و در وحدت شکی است
- Birisi alay eder, güler ve “Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
- ور بر او خندد کسی گوید دو است ** راست دارد این سزای بد خو است
- Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
- بر دروغان جمع میآید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ
- Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir. 3640
- دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگلاخ
- Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
- جستن آن درخت که هر که میوهی آن درخت خورد نمیرد
- Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
- گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان
- Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
- هر کسی کز میوهی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
- Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
- پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوهاش شد عاشقی
- Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
- قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب
- Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar. 3645
- سالها میگشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو
- Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
- شهر شهر از بهر این مطلوب گشت ** نه جزیره ماند و نه کوه و نه دشت
- Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
- هر که را پرسید کردش ریشخند ** کاین که جوید جز مگر مجنون بند
- Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,
- بس کسان صفعش زدند اندر مزاح ** بس کسان گفتند ای صاحب فلاح
- Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.
- جستجوی چون تو زیرک سینه صاف ** کی تهی باشد کجا باشد گزاف
- Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hatta bu enikonu tokattan da beter! 3650
- وین مراعاتش یکی صفعی دگر ** وین ز صفع آشکارا سختتر
- Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
- میستودندش به تسخر کای بزرگ ** در فلان اقلیم بس هول و سترگ
- Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
- در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
- Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
- قاصد شه بسته در جستن کمر ** میشنید از هر کسی نوعی خبر
- Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
- بس سیاحت کرد آن جا سالها ** میفرستادش شهنشه مالها
- Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır. 3655
- چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب
- Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
- هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
- Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
- رشتهی امید او بگسسته شد ** جستهی او عاقبت ناجسته شد
- Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
- کرد عزم باز گشتن سوی شاه ** اشک میبارید و میبرید راه
- Şeyhin o mukallit talibe, o ağacın sırrını anlatması
- شرح کردن شیخ سر آن درخت را با آن طالب مقلد
- Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
- بود شیخی عالمی قطبی کریم ** اندر آن منزل که آیس شد ندیم
- Nedim ümitsiz bir halde “Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim. 3660
- گفت من نومید پیش او روم ** ز آستان او به راه اندر شوم
- İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
- تا دعای او بود همراه من ** چون که نومیدم من از دل خواه من
- Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
- رفت پیش شیخ با چشم پر آب ** اشک میبارید مانند سحاب
- “Şeyhim, acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi... Lütfedecek an, bu an!” der.
- گفت شیخا وقت رحم و رقت است ** ناامیدم وقت لطف این ساعت است
- Şeyh, “Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
- گفت وا گو کز چه نومیدیستت ** چیست مطلوب تو رو با چیستت
- Nedim, “Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi. 3665
- گفت شاهنشاه کردم اختیار ** از برای جستن یک شاخسار
- Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
- که درختی هست نادر در جهات ** میوهی او مایهی آب حیات
- Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar... İşte o kadar!” der.
- سالها جستم ندیدم یک نشان ** جز که طنز و تسخر این سر خوشان
- Şeyh gülümser de der ki: “Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.
- شیخ خندید و بگفتش ای سلیم ** این درخت علم باشد در علیم
- Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hatta ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
- بس بلند و بس شگرف و بس بسیط ** آب حیوانی ز دریای محیط