- Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
- هر کسی کز میوهی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
- Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
- پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوهاش شد عاشقی
- Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
- قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب
- Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar. 3645
- سالها میگشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو
- Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
- شهر شهر از بهر این مطلوب گشت ** نه جزیره ماند و نه کوه و نه دشت
- Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
- هر که را پرسید کردش ریشخند ** کاین که جوید جز مگر مجنون بند
- Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,
- بس کسان صفعش زدند اندر مزاح ** بس کسان گفتند ای صاحب فلاح
- Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.
- جستجوی چون تو زیرک سینه صاف ** کی تهی باشد کجا باشد گزاف
- Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hatta bu enikonu tokattan da beter! 3650
- وین مراعاتش یکی صفعی دگر ** وین ز صفع آشکارا سختتر
- Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
- میستودندش به تسخر کای بزرگ ** در فلان اقلیم بس هول و سترگ
- Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
- در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
- Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
- قاصد شه بسته در جستن کمر ** میشنید از هر کسی نوعی خبر
- Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
- بس سیاحت کرد آن جا سالها ** میفرستادش شهنشه مالها
- Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır. 3655
- چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب
- Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
- هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
- Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
- رشتهی امید او بگسسته شد ** جستهی او عاقبت ناجسته شد
- Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
- کرد عزم باز گشتن سوی شاه ** اشک میبارید و میبرید راه
- Şeyhin o mukallit talibe, o ağacın sırrını anlatması
- شرح کردن شیخ سر آن درخت را با آن طالب مقلد
- Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
- بود شیخی عالمی قطبی کریم ** اندر آن منزل که آیس شد ندیم
- Nedim ümitsiz bir halde “Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim. 3660
- گفت من نومید پیش او روم ** ز آستان او به راه اندر شوم
- İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
- تا دعای او بود همراه من ** چون که نومیدم من از دل خواه من
- Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
- رفت پیش شیخ با چشم پر آب ** اشک میبارید مانند سحاب
- “Şeyhim, acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi... Lütfedecek an, bu an!” der.
- گفت شیخا وقت رحم و رقت است ** ناامیدم وقت لطف این ساعت است
- Şeyh, “Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
- گفت وا گو کز چه نومیدیستت ** چیست مطلوب تو رو با چیستت
- Nedim, “Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi. 3665
- گفت شاهنشاه کردم اختیار ** از برای جستن یک شاخسار
- Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
- که درختی هست نادر در جهات ** میوهی او مایهی آب حیات
- Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar... İşte o kadar!” der.
- سالها جستم ندیدم یک نشان ** جز که طنز و تسخر این سر خوشان
- Şeyh gülümser de der ki: “Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.
- شیخ خندید و بگفتش ای سلیم ** این درخت علم باشد در علیم
- Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hatta ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
- بس بلند و بس شگرف و بس بسیط ** آب حیوانی ز دریای محیط
- Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Manayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun. 3670
- تو به صورت رفتهای ای بیخبر ** ز آن ز شاخ معنیی بیبار و بر
- Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. Gâh deniz adını takarlar, gâh bulut!
- گه درختش نام شد گه آفتاب ** گاه بحرش نام گشت و گه سحاب
- Hulâsa o öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var. En aşağılık hassası, sahibine ebedî bir hayat bağışlamasıdır.
- آن یکی کش صد هزار آثار خاست ** کمترین آثار او عمر بقاست
- Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar gerek.
- گر چه فرد است او اثر دارد هزار ** این یکی را نام شاید بیشمار
- Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur.
- آن یکی شخص ترا باشد پدر ** در حق شخصی دگر باشد پسر
- Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir... Diğer birine lütfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir. 3675
- در حق دیگر بود قهر و عدو ** در حق دیگر بود لطف و نکو
- Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını bilmeyebilir.
- صد هزاران نام و او یک آدمی ** صاحب هر وصفش از وصفی عمی
- Kim, bu ad doğru ad diye isme yapışır. Onu arasa senin gibi ümitsizliğe düşer, perişan olur.
- هر که جوید نام اگر صاحب ثقه است ** همچو تو نومید و اندر تفرقه است
- Niye bu ağacın adına yapışırsın da dili, damağı acı, talihsiz bir hale düşersin?
- تو چه بر چفسی بر این نام درخت ** تا بمانی تلخ کام و شور بخت
- Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.
- در گذر از نام و بنگر در صفات ** تا صفاتت ره نماید سوی ذات
- Halkın ihtilâfı addan meydana gelir. Fakat manaya ulaşınca rahatlaşırlar. 3680
- اختلاف خلق از نام اوفتاد ** چون به معنی رفت آرام اوفتاد
- Birbirlerinin dediğini anlamayan dört kişinin üzüm için kavgaya tutuşmaları
- منازعت چهار کس جهت انگور که هر یکی به نام دیگر فهم کرده بود آن را
- Adamın biri, dört kişiye bir dirhem verdi, Adamlardan birisi “Ben bu parayı “engûr’a” vereceğim” dedi.
- چار کس را داد مردی یک درم ** آن یکی گفت این به انگوری دهم
- Öbürü Arap’tı, Lâ dedi, Ben “İnep” isterim herif, engûr istemem.”
- آن یکی دیگر عرب بد گفت لا ** من عنب خواهم نه انگور ای دغا
- Üçüncü Türk’tü, “Bu para benim “ dedi, “Ben inep istemem, üzüm isterim.”
- آن یکی ترکی بدو گفت ای گزم ** من نمیخواهم عنب خواهم ازم
- Dördüncüde Rum’du, dedi ki: “Bırak bu lâfları, biz İstafil isteriz.”
- آن یکی رومی بگفت این قیل را ** ترک کن خواهیم استافیل را
- Derken savaşa başladılar. Çünkü adların sırrından gafildiler. 3685
- در تنازع آن نفر جنگی شدند ** که ز سر نامها غافل بدند
- Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle dolu, bilgiden boş adamlardı bunlar.
- مشت بر هم میزدند از ابلهی ** پر بدند از جهل و از دانش تهی
- Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı.
- صاحب سری عزیزی صد زبان ** گر بدی آن جا بدادی صلحشان
- Onlara “Ben bu bir dirhemle hepinizin isteğini yerine getiririm.
- پس بگفتی او که من زین یک درم ** آرزوی جملهتان را میخرم
- Gönlünüzü gıllügışsız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin istediğiniz şeylerin hepsini yapar.
- چون که بسپارید دل را بیدغل ** این درمتان میکند چندین عمل
- Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düşman da uzlaşır, birliğe ulaşır, bir olur. 3690
- یک درمتان میشود چار المراد ** چار دشمن میشود یک ز اتحاد
- Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir.
- گفت هر یک تان دهد جنگ و فراق ** گفت من آرد شما را اتفاق