- Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.
- چند بت بشکست احمد در جهان ** تا که یا رب گوی گشتند امتان
- Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
- گر نبودی کوشش احمد تو هم ** میپرستیدی چو اجدادت صنم
- Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
- این سرت وارست از سجدهی صنم ** تا بدانی حق او را بر امم
- Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Allah, seni bâtın putundan da kurtarsın.
- گر بگویی شکر این رستن بگو ** کز بت باطن همت برهاند او
- O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar. 370
- مر سرت را چون رهانید از بتان ** هم بدان قوت تو دل را وارهان
- Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin.
- سر ز شکر دین از آن بر تافتی ** کز پدر میراث مفتاش یافتی
- Miras yedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!
- مرد میراثی چه داند قدر مال ** رستمی جان کند و مجان یافت زال
- Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir.
- چون بگریانم بجوشد رحمتم ** آن خروشنده بنوشد نعمتم
- Birisine bir şeyi vermek istemezsem o isteği göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.
- گر نخواهم داد خود ننمایمش ** چونش کردم بسته دل بگشایمش
- Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar. 375
- رحمتم موقوف آن خوش گریههاست ** چون گریست از بحر رحمت موج خاست
- Allah, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
- حلوا خریدن شیخ احمد خضرویه قدس الله سره العزیز جهت غریمان به الهام حق
- Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
- بود شیخی دایما او وامدار ** از جوانمردی که بود آن نامدار
- Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
- ده هزاران وام کردی از مهان ** خرج کردی بر فقیران جهان
- Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah uğruna feda etmişti.
- هم به وام او خانقاهی ساخته ** جان و مال و خانقه درباخته
- Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.
- وام او را حق ز هر جا میگزارد ** کرد حق بهر خلیل از ریگ آرد
- Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder. 380
- گفت پیغمبر که در بازارها ** دو فرشته میکنند ایدر دعا
- Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
- کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف
- Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
- خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
- İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
- حلق پیش آورد اسماعیلوار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
- Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
- پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش
- Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir. 385
- چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا
- Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
- شیخ وامی سالها این کار کرد ** میستد میداد همچون پای مرد
- Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
- تخمها میکاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل
- Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
- چون که عمر شیخ در آخر رسید ** در وجود خود نشان مرگ دید
- Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
- وامداران گرد او بنشسته جمع ** شیخ بر خود خوش گدازان همچو شمع
- Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı. 390
- وامداران گشته نومید و ترش ** درد دلها یار شد با درد شش
- Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
- شیخ گفت این بد گمانان را نگر ** نیست حق را چار صد دینار زر
- Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
- کودکی حلوا ز بیرون بانگ زد ** لاف حلوا بر امید دانگ زد
- Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
- شیخ اشارت کرد خادم را به سر ** که برو آن جمله حلوا را بخر
- Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.
- تا غریمان چون که آن حلوا خورند ** یک زمانی تلخ در من ننگرند
- Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı. 395
- در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر
- Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
- گفت او را جملهی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
- Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
- گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
- Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
- او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ
- Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
- کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال
- Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı, ”Ey kâmil kişi, paramı ver” dedi. 400
- چون طبق خالی شد آن کودک ستد ** گفت دینارم بده ای با خرد
- Şeyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda ölüyorum!”
- شیخ گفتا از کجا آرم درم ** وام دارم میروم سوی عدم
- Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryat ve figana başladı.
- کودک از غم زد طبق را بر زمین ** ناله و گریه بر آورد و حنین
- Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, ”Keşke iki ayağım da kırılaydı,
- میگریست از غبن کودک های های ** کای مرا بشکسته بودی هر دو پای
- Keşke külhana gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.
- کاشکی من گرد گلخن گشتمی ** بر در این خانقه نگذشتمی
- Boğazına düşkün, yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarklar, temiz görünürler. 405
- صوفیان طبل خوار لقمه جو ** سگ دلان و همچو گربه روی شو
- Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı.
- از غریو کودک آن جا خیر و شر ** گرد آمد گشت بر کودک حشر
- Çocuk, ”Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür.
- پیش شیخ آمد که ای شیخ درشت ** تو یقین دان که مرا استاد کشت
- Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu.
- گر روم من پیش او دست تهی ** او مرا بکشد اجازت میدهی
- Borçlular da inkâra düşüp Şeyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?
- و آن غریمان هم به انکار و جحود ** رو به شیخ آورده کاین باری چه بود
- Bizim malımızı yedin, borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı. 410
- مال ما خوردی مظالم میبری ** از چه بود این ظلم دیگر بر سری
- Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı.Şeyh’e gelince,gözlerini yummuş,ona hiç bakmıyordu.
- تا نماز دیگر آن کودک گریست ** شیخ دیده بست و در وی ننگریست
- Bu cefaya, bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmişti.
- شیخ فارغ از جفا و از خلاف ** در کشیده روی چون مه در لحاف
- Ezelle hoş, ecelle sevinçli, havas ve acamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş!
- با ازل خوش با اجل خوش شاد کام ** فارغ از تشنیع و گفت خاص و عام
- Can, bir adamın yüzüne gülerse, ona halkın ekşi suratlı oluşundan ne zarar.
- آن که جان در روی او خندد چو قند ** از ترش رویی خلقش چه گزند
- Can birisini öperse, felekten, feleğin hışmından gam yer mi? 415
- آن که جان بوسه دهد بر چشم او ** کی خورد غم از فلک وز خشم او