English    Türkçe    فارسی   

2
3749-3798

  • Süleyman’dan aydınlanan kuşlar, nasıl olur da suçsuz, sebepsiz bir kuşun kanadını yolarlar?
  • Kanadını yolmak şöyle dursun, onlar, âcizlere yem verirler. O kuşlarda aykırılık ve kin yoktur. Hoş kuştur onlar, hoş kuş! 3750
  • Onların hüthüteleri kutlulamak üzere yüzlerce Belkıs’ın yolunu açar;
  • Kargaları surette kargadır, hakikatte himmet doğanı “Mâzâga” sırrına mazhardır onlar.
  • Leylekleri “lek, lek” der ama şüpheye birlik ateşini salar;
  • Güvercinleri, doğanlardan korkmaz. Hatta doğan, o güvercinlerin önünde baş kor.
  • Bülbülleri, insana vecit ve halet verir; gülistanları, kendi gönüllerindedir. 3755
  • Duduları, şeker kaydında değildir. Ebedî şekeri, kendi içlerinde bulurlar.
  • Tavusların ayakları bile, bakılsa, öbür tavusların kanatlarından daha güzel görünür.
  • Hakan kuşlarının kuru bir sesten ibaret kuşdilleri nerede, Süleyman kuşlarının söyledikleri kuşdili nerede?
  • Sen ne bilirsin kuşların seslerini? Bir an olsun Süleyman’ı görmedin ki!
  • İnsana sesi neşe veren o kuşun kanadı meşrıktan da hariç, mağripten de. 3760
  • Her ahengi, Kürsi’den ta yere kadar bütün âlemi doldurur. Azameti yeryüzünden Arşa kadar bütün cihanı istilâ eder.
  • Bu Süleyman’a uymayan kuş, karanlığa âşıktır. Yarasaya benzer.
  • Ey kötü yarasa, Süleyman’a alış da ebediyen zulmette kalma.
  • Oraya doğru bir arşın gitsen arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin.
  • Irgalaya bocalaya topal, topal bile olsa o tarafa sıçradın mı topallıktan da kurtulursun, sakatlıktan da! 3765
  • Tavuktan çıkan kaz palazları
  • Seni tavuk yetiştirdi, kanadının altında büyüttü. Sana dadılık etti ama sen yine kaz palazısın.
  • Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın toprağa mensuptu, dadın bu kuruluğa tapardı.
  • Gönlündeki denize olan meyil yok mu... O tabiat, sana anandan mirastır.
  • Fakat kuruluğa olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun reyi kötü, isabetsiz!
  • Dadıyı karada bırak, yürü, kazlar gibi mana denizine koş, dal denize! 3770
  • Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize koş!
  • Sen kazsın, karada da yaşarsın, denizde de. Kümes hayvanları gibi kokuşuk kümesli bir hayvan değilsin ya.
  • Sen “Kerremnâ” hükmünce bir padişahsın ki hem karaya ayak atabilirsin, hem denize!
  • “Ve hamelnâhüm fil berri vel bahri” hükmüne mazharsın. Canını karadan kurtar, denize yürüt!
  • Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da denizden haberleri yok. 3775
  • Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem yerde yürürsün, hem gökte.
  • Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm, vahye kabiliyetli.
  • Bu toprağa mensup kalıp, yer üstüne düşmüş ama bu çeşit adamın ruhu, o güzelim gökte çark urup durmakta.
  • Yavrum, biz umumiyetle su kuşlarıyız, dilimizden de ancak deniz anlar.
  • Hulasâ Süleyman denizdir, biz kuşlara benzeriz. Ebede kadar Süleyman’da seyredip duruyoruz. 3780
  • Süleyman’la gel, ayağını denize bas ki su, Davud’a olduğu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın.
  • O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü.
  • O bizim önümüzde... Bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
  • Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır. Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak!
  • Onun gözü akarsuda… Gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok! 3785
  • Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.
  • Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
  • Hacıların, çölde tek ve tenha ibadet eden bir zahidin kerametine hayran olmaları
  • Çöl ortasın da bir zahit vardı. Abbadiye kabilelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti.
  • Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.
  • Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti. 3790
  • Hacılar, onun yalnızlığına, o afetler içinde selâmette oluşuna şaştılar.
  • Kum üstünde namaza durmuştu. Kum, öyle bir kumdu ki hararetinden tenceredeki su bile kaynar, coşardı.
  • Hâlbuki dersin ki o, sanki bir yeşillikte bir gülistanda yahut Burak’a, Düldüle binmiş!
  • Yahut da ayağının altında ipekli örtüler, kumaşlar var samyeli ona sabah rüzgârından daha hoş!
  • O namaz kılarken hacılar beklediler. Zahit, uzun bir fikre dalmış, kendisinden geçmişti. 3795
  • Neden sonra istiğraktan ayıldı, kendisine geldi. Hacıların içinde gönül gözü açık birisi,
  • Gördü ki, zahidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi aptes suyundan ıslak.
  • “Bu su nereden?” diye sordu. Zahit, elini kaldırıp “Gökten” diye cevap verdi.