- Onların hüthüteleri kutlulamak üzere yüzlerce Belkıs’ın yolunu açar;
- هدهد ایشان پی تقدیس را ** میگشاید راه صد بلقیس را
- Kargaları surette kargadır, hakikatte himmet doğanı “Mâzâga” sırrına mazhardır onlar.
- زاغ ایشان گر به صورت زاغ بود ** باز همت آمد و ما زاغ بود
- Leylekleri “lek, lek” der ama şüpheye birlik ateşini salar;
- لکلک ایشان که لک لک میزند ** آتش توحید در شک میزند
- Güvercinleri, doğanlardan korkmaz. Hatta doğan, o güvercinlerin önünde baş kor.
- و آن کبوترشان ز بازان نشکهد ** باز سر پیش کبوترشان نهد
- Bülbülleri, insana vecit ve halet verir; gülistanları, kendi gönüllerindedir. 3755
- بلبل ایشان که حالت آرد او ** در درون خویش گلشن دارد او
- Duduları, şeker kaydında değildir. Ebedî şekeri, kendi içlerinde bulurlar.
- طوطی ایشان ز قند آزاد بود ** کز درون قند ابد رویش نمود
- Tavusların ayakları bile, bakılsa, öbür tavusların kanatlarından daha güzel görünür.
- پای طاوسان ایشان در نظر ** بهتر از طاوس پران دگر
- Hakan kuşlarının kuru bir sesten ibaret kuşdilleri nerede, Süleyman kuşlarının söyledikleri kuşdili nerede?
- منطق الطیران خاقانی صداست ** منطق الطیر سلیمانی کجاست
- Sen ne bilirsin kuşların seslerini? Bir an olsun Süleyman’ı görmedin ki!
- تو چه دانی بانگ مرغان را همی ** چون ندیدهستی سلیمان را دمی
- İnsana sesi neşe veren o kuşun kanadı meşrıktan da hariç, mağripten de. 3760
- پر آن مرغی که بانگش مطرب است ** از برون مشرق است و مغرب است
- Her ahengi, Kürsi’den ta yere kadar bütün âlemi doldurur. Azameti yeryüzünden Arşa kadar bütün cihanı istilâ eder.
- هر یک آهنگش ز کرسی تاثری است ** وز ثری تا عرش در کر و فری است
- Bu Süleyman’a uymayan kuş, karanlığa âşıktır. Yarasaya benzer.
- مرغ کاو بیاین سلیمان میرود ** عاشق ظلمت چو خفاشی بود
- Ey kötü yarasa, Süleyman’a alış da ebediyen zulmette kalma.
- با سلیمان خو کن ای خفاش رد ** تا که در ظلمت نمانی تا ابد
- Oraya doğru bir arşın gitsen arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin.
- یک گزی ره که بدان سو میروی ** همچو گز قطب مساحت میشوی
- Irgalaya bocalaya topal, topal bile olsa o tarafa sıçradın mı topallıktan da kurtulursun, sakatlıktan da! 3765
- و انکه لنگ و لوک آن سو میجهی ** از همه لنگی و لوکی میرهی
- Tavuktan çıkan kaz palazları
- قصهی بط بچگان که مرغ خانگی پروردشان
- Seni tavuk yetiştirdi, kanadının altında büyüttü. Sana dadılık etti ama sen yine kaz palazısın.
- تخم بطی گر چه مرغ خانهات ** کرد زیر پر چو دایه تربیت
- Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın toprağa mensuptu, dadın bu kuruluğa tapardı.
- مادر تو بط آن دریا بدهست ** دایهات خاکی بد و خشکی پرست
- Gönlündeki denize olan meyil yok mu... O tabiat, sana anandan mirastır.
- میل دریا که دل تو اندر است ** آن طبیعت جانت را از مادر است
- Fakat kuruluğa olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun reyi kötü, isabetsiz!
- میل خشکی مر ترا زین دایه است ** دایه را بگذار کاو بد رایه است
- Dadıyı karada bırak, yürü, kazlar gibi mana denizine koş, dal denize! 3770
- دایه را بگذار در خشک و بران ** اندر آن در بحر معنی چون بطان
- Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize koş!
- گر ترا مادر بترساند ز آب ** تو مترس و سوی دریا ران شتاب
- Sen kazsın, karada da yaşarsın, denizde de. Kümes hayvanları gibi kokuşuk kümesli bir hayvan değilsin ya.
- تو بطی بر خشک و بر تر زندهای ** نی چو مرغ خانه خانه کندهای
- Sen “Kerremnâ” hükmünce bir padişahsın ki hem karaya ayak atabilirsin, hem denize!
- تو ز کرمنا بنی آدم شهی ** هم به خشکی هم به دریا پا نهی
- “Ve hamelnâhüm fil berri vel bahri” hükmüne mazharsın. Canını karadan kurtar, denize yürüt!
- که حملناهم علی البحری به جان ** از حملناهم علی البر پیش ران
- Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da denizden haberleri yok. 3775
- مر ملایک را سوی بر راه نیست ** جنس حیوان هم ز بحر آگاه نیست
- Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem yerde yürürsün, hem gökte.
- تو به تن حیوان به جانی از ملک ** تا روی هم بر زمین هم بر فلک
- Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm, vahye kabiliyetli.
- تا به ظاهر مثلکم باشد بشر ** با دل یوحی إلیه دیدهور
- Bu toprağa mensup kalıp, yer üstüne düşmüş ama bu çeşit adamın ruhu, o güzelim gökte çark urup durmakta.
- قالب خاکی فتاده بر زمین ** روح آن گردان بر این چرخ برین
- Yavrum, biz umumiyetle su kuşlarıyız, dilimizden de ancak deniz anlar.
- ما همه مرغابیانیم ای غلام ** بحر میداند زبان ما تمام
- Hulasâ Süleyman denizdir, biz kuşlara benzeriz. Ebede kadar Süleyman’da seyredip duruyoruz. 3780
- پس سلیمان بحر آمد ما چو طیر ** در سلیمان تا ابد داریم سیر
- Süleyman’la gel, ayağını denize bas ki su, Davud’a olduğu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın.
- با سلیمان پای در دریا بنه ** تا چو داود آب سازد صد زره
- O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü.
- آن سلیمان پیش جمله حاضر است ** لیک غیرت چشم بند و ساحر است
- O bizim önümüzde... Bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
- تا ز جهل و خوابناکی و فضول ** او به پیش ما و ما از وی ملول
- Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır. Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak!
- تشنه را درد سر آرد بانگ رعد ** چون نداند کاو کشاند ابر سعد
- Onun gözü akarsuda… Gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok! 3785
- چشم او مانده است در جوی روان ** بیخبر از ذوق آب آسمان
- Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.
- مرکب همت سوی اسباب راند ** از مسبب لاجرم محجوب ماند
- Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
- آن که بیند او مسبب را عیان ** کی نهد دل بر سببهای جهان
- Hacıların, çölde tek ve tenha ibadet eden bir zahidin kerametine hayran olmaları
- حیران شدن حاجیان در کرامات آن زاهد که در بادیه تنهاش یافتند
- Çöl ortasın da bir zahit vardı. Abbadiye kabilelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti.
- زاهدی بد در میان بادیه ** در عبادت غرق چون عبادیه
- Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.
- حاجیان آن جا رسیدند از بلاد ** دیدهشان بر زاهد خشک اوفتاد
- Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti. 3790
- جای زاهد خشک بود او تر مزاج ** از سموم بادیه بودش علاج
- Hacılar, onun yalnızlığına, o afetler içinde selâmette oluşuna şaştılar.
- حاجیان حیران شدند از وحدتش ** و آن سلامت در میان آفتش
- Kum üstünde namaza durmuştu. Kum, öyle bir kumdu ki hararetinden tenceredeki su bile kaynar, coşardı.
- در نماز استاده بد بر روی ریگ ** ریگ کز تفش بجوشد آب دیگ
- Hâlbuki dersin ki o, sanki bir yeşillikte bir gülistanda yahut Burak’a, Düldüle binmiş!
- گفتیی سر مست در سبزه و گل است ** یا سواره بر براق و دلدل است
- Yahut da ayağının altında ipekli örtüler, kumaşlar var samyeli ona sabah rüzgârından daha hoş!
- یا که پایش بر حریر و حلههاست ** یا سموم او را به از باد صباست
- O namaz kılarken hacılar beklediler. Zahit, uzun bir fikre dalmış, kendisinden geçmişti. 3795
- پس بماندند آن جماعت با نیاز ** تا شود درویش فارغ از نماز
- Neden sonra istiğraktan ayıldı, kendisine geldi. Hacıların içinde gönül gözü açık birisi,
- چون ز استغراق باز آمد فقیر ** ز آن جماعت زندهای روشن ضمیر
- Gördü ki, zahidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi aptes suyundan ıslak.
- دید کابش میچکید از دست و رو ** جامهاش تر بود از آثار وضو
- “Bu su nereden?” diye sordu. Zahit, elini kaldırıp “Gökten” diye cevap verdi.
- پس بپرسیدش که آبت از کجاست ** دست را برداشت کز سوی شماست
- Adam, “ Kuyu” ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen yağmur yağar mı?
- گفت هر گاهی که خواهی میرسد ** بیز جاه و بیز حبل من مسد
- Ey din sultanı, müşkülümüzü halleder hallet de yakına erelim. 3800
- مشکل ما حل کن ای سلطان دین ** تا ببخشد حال تو ما را یقین