English    Türkçe    فارسی   

2
49-98

  • Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
  • پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس‏
  • Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar? 50
  • اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند
  • Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
  • حس ابدان قوت ظلمت می‏خورد ** حس جان از آفتابی می‏چرد
  • Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
  • ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب‏
  • Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
  • ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت‏
  • Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
  • گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی‏
  • Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri! 55
  • تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش‏
  • Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
  • روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
  • Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
  • از تو ای بی‏نقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیره‏سر
  • Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
  • گه مشبه را موحد می‏کند ** گه موحد را صور ره می‏زند
  • Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.
  • گه ترا گوید ز مستی بو الحسن ** یا صغیر السن یا رطب البدن‏
  • Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar. 60
  • گاه نقش خویش ویران می‏کند ** از پی تنزیه جانان می‏کند
  • Duygu gözünün mezhebi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünnî’dir.
  • چشم حس را هست مذهب اعتزال ** دیده‏ی عقل است سنی در وصال‏
  • İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
  • سخره‏ی حس‏اند اهل اعتزال ** خویش را سنی نمایند از ضلال‏
  • Duyguda kalan kişi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
  • هر که در حس ماند او معتزلی ست ** گر چه گوید سنیم از جاهلی ست‏
  • Duygudan çıkan kişi Sünnî’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür.
  • هر که بیرون شد ز حس سنی وی است ** اهل بینش چشم عقل خوش پی است‏
  • Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Allah’ı görürdü. 65
  • گر بدیدی حس حیوان شاه را ** پس بدیدی گاو و خر الله را
  • Sende hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.
  • گر نبودی حس دیگر مر ترا ** جز حس حیوان ز بیرون هوا
  • Âdemoğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra mahrem olurlardı?
  • پس بنی آدم مکرم کی بدی ** کی به حس مشترک محرم شدی‏
  • Sen suretten kurtulmadıkça Allah ya surete sığmaz yahut sığar demen, aslı olmayan bir sözden ibarettir.
  • نا مصور یا مصور گفتننت ** باطل آمد بی ز صورت رستنت
  • Tasvire sığar yahut sığmaz bahsi; tamamıyla iç olmuş, suretten kurtulmuş adamın harcıdır.
  • نامصور یا مصور پیش اوست ** کاو همه مغز است و بیرون شد ز پوست‏
  • Eğer körsen köre teklif yoktur. Değilsen yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır. 70
  • گر تو کوری نیست بر اعمی حرج ** ور نه رو کالصبر مفتاح الفرج‏
  • Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de yakar, göğüsleri gönülleri de yarıp açar.
  • پرده‏های دیده را داروی صبر ** هم بسوزد هم بسازد شرح صدر
  • Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan, topraktan hariç suretler görürsün.
  • آینه‏ی دل چون شود صافی و پاک ** نقشها بینی برون از آب و خاک‏
  • Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
  • هم ببینی نقش و هم نقاش را ** فرش دولت را و هم فراش را
  • Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta.
  • چون خلیل آمد خیال یار من ** صورتش بت معنی او بت شکن‏
  • Allah’a şükür olsun ki o zahir olunca can, onun hayalinden, kendi hayalini gördü. 75
  • شکر یزدان را که چون شد او پدید ** در خیالش جان خیال خود بدید
  • Kapısının toprağı, gönlümü teshir etti. Senin toprağına karşı ululananın toprak başına.
  • خاک درگاهت دلم را می‏فریفت ** خاک بر وی کاو ز خاکت می‏شکیفت‏
  • Dedim ki; Eğer güzelsem bu güzelliği onun lütfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten çirkinlikler bile bana güler!
  • گفتم ار خوبم پذیرم این از او ** ور نه خود خندید بر من زشت رو
  • Çaresi şu: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim?
  • چاره آن باشد که خود را بنگرم ** ور نه او خندد مرا من کی خرم‏
  • O güzeldir, güzelliği sever. Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?
  • او جمیل است و محب للجمال ** کی جوان نو گزیند پیر زال‏
  • Şunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “ Temizler, temizler içindir” ayetini oku! 80
  • خوب خوبی را کند جذب این بدان ** طیبات و طیبین بر وی بخوان‏
  • Âlem de her şey, bir şey cezbeder. Sıcak sıcağı çeker, soğuk soğuğu.
  • در جهان هر چیز چیزی جذب کرد ** گرم گرمی را کشید و سرد سرد
  • Aslı olmayan, aslı olmayanları çekmektedir, bakilerde bakilerden sarhoş olmakta.
  • قسم باطل باطلان را می‏کشند ** باقیان از باقیان هم سر خوشند
  • Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları cezbeder. Nura mensup olanlar, ancak nura mensup olanları ister.
  • ناریان مر ناریان را جاذب‏اند ** نوریان مر نوریان را طالب‏اند
  • Gözünü yumdun mu canın kopuyormuş gibi bir eleme, bir ıstıraba düşersin. Gözün, gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur.
  • چشم چون بستی ترا تاسه گرفت ** نور چشم از نور روزن کی شکفت‏
  • Gözünü yumdun mu tasalanır, gama, gussaya düşersin. Gözün nuru, gündüzün nurundan ayrılamaz. 85
  • تاسه‏ی تو جذب نور چشم بود ** تا بپیوندد به نور روز زود
  • Senin tasan, gam ve gussan; hemencecik gündüzün nuruna kavuşmak isteyen göz nurunun cazibesinden ileri gelir.
  • چشم باز ار تاسه گیرد مر ترا ** دان که چشم دل ببستی بر گشا
  • Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki gönül gözünü yummuşsundur, onu aç!
  • آن تقاضای دو چشم دل شناس ** کاو همی‏جوید ضیای بی‏قیاس‏
  • Bil ki sıkıntı gönlünün iki gözü de kapalı olduğundandır. Gönül gözü kıyasa sığmaz bir ziya arayıp durmaktadır.
  • چون فراق آن دو نور بی‏ثبات ** تاسه آوردت گشادی چشمهات‏
  • O iki ebedî nurun firkati, seni tasalandırmaktadır. Onu koru!
  • پس فراق آن دو نور پایدار ** تاسه می‏آرد مر آن را پاس دار
  • O mademki beni çağırmakta, ben de kendime bakayım. Onun cazibesine lâyık mıyım, yoksa çirkin miyim? 90
  • او چو می‏خواند مرا من بنگرم ** لایق جذب‏ام و یا بد پیکرم‏
  • Bir güzel, peşine bir çirkini takarsa onunla alay ediyor demektir.
  • گر لطیفی زشت را در پی کند ** تسخری باشد که او بر وی کند
  • Acaba yüzümü nasıl göreyim? Ne renkteyim ki, gündüz gibi miyim, gece gibi mi?
  • کی ببینم روی خود را ای عجب ** تا چه رنگم همچو روزم یا چو شب‏
  • Diye can suretimi hayli zamandır arayıp duruyordum. Fakat suretim kimseden görünmüyordu.
  • نقش جان خویش می‏جستم بسی ** هیچ می‏ننمود نقشم از کسی‏
  • Nihayet dedim ki, ayna neden icat edilmiş, ne güne yarar? Herkes nedir, kimdir, kendisini bilsin diye değil mi?
  • گفتم آخر آینه از بهر چیست ** تا بداند هر کسی کاو چیست و کیست‏
  • Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok değerlidir. 95
  • آینه‏ی آهن برای پوستهاست ** آینه‏ی سیمای جان سنگین بهاست‏
  • Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.
  • آینه‏ی جان نیست الا روی یار ** روی آن یاری که باشد ز آن دیار
  • Dedim ki: Ey gönül sen küllî bir ayna ara. Denize git, ırmaktan iş bitmez!
  • گفتم ای دل آینه‏ی کلی بجو ** رو به دریا کار برناید به جو
  • Kul, bu istek yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti.
  • زین طلب بنده به کوی تو رسید ** درد مریم را به خرما بن کشید