- Nesi var, nesi yoksa hücreden dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.
- رخت از حجره برون آورد او ** تا به خر بر بندد آن همراه جو
- Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra gitti, fakat eşeğini bulamadı.
- تا رسد در همرهان او میشتافت ** رفت در آخر خر خود را نیافت
- “ Hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün gece az su içmişti.” dedi.
- گفت آن خادم به آبش برده است ** ز انکه خر دوش آب کمتر خورده است
- Hizmetçi gelince sofi, “Eşek nerede?” dedi. Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga başladı.
- خادم آمد گفت صوفی خر کجاست ** گفت خادم ریش بین جنگی بخاست
- Sofi, “Ben eşeği sana vermiştim onu sana ısmarlamıştım. 545
- گفت من خر را به تو بسپردهام ** من ترا بر خر موکل کردهام
- Yollu yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi getir.
- از تو خواهم آن چه من دادم به تو ** باز ده آن چه فرستادم به تو
- Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et.
- بحث با توجیه کن حجت میار ** آن چه بسپردم ترا واپس سپار
- Peygamber dedi ki. “Elinle aldığını geri vermek gerek”
- گفت پیغمبر که دستت هر چه برد ** بایدش در عاقبت واپس سپرد
- Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi.
- ور نهای از سرکشی راضی بدین ** نک من و تو خانهی قاضی دین
- Hizmetçi “Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm. 550
- گفت من مغلوب بودم صوفیان ** حمله آوردند و بودم بیم جان
- Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun.
- تو جگر بندی میان گربگان ** اندر اندازی و جویی ز آن نشان
- Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi.
- در میان صد گرسنه گردهای ** پیش صد سگ گربهی پژمردهای
- Sofi dedi ki: “Tutalım senden zulmen aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler.
- گفت گیرم کز تو ظلما بستدند ** قاصد خون من مسکین شدند
- Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun?
- تو نیایی و نگویی مر مرا ** که خرت را میبرند ای بینوا
- Eğer söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım yahut da parasını aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum. 555
- تا خر از هر که بود من واخرم ** ور نه توزیعی کنند ایشان زرم
- Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Hâlbuki şimdi her birisi bir tarafa gitti!
- صد تدارک بود چون حاضر بدند ** این زمان هر یک به اقلیمی شدند
- Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör!
- من که را گیرم که را قاضی برم ** این قضا خود از تو آمد بر سرم
- Niçin gelip de “Ey garip, böyle bir korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”
- چون نیایی و نگویی ای غریب ** پیش آمد این چنین ظلمی مهیب
- Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim.
- گفت و الله آمدم من بارها ** تا ترا واقف کنم زین کارها
- Fakat sen de “ Oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin. 560
- تو همیگفتی که خر رفت ای پسر ** از همه گویندگان با ذوقتر
- Ben de “ O da biliyor, bu işe razı, ârif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.
- باز میگشتم که او خود واقف است ** زین قضا راضی است مردی عارف است
- Sofi “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim.
- گفت آن را جمله میگفتند خوش ** مر مرا هم ذوق آمد گفتنش
- Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lânet olsun!
- مر مرا تقلیدشان بر باد داد ** که دو صد لعنت بر آن تقلید باد
- Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide!
- خاصه تقلید چنین بیحاصلان ** خشم ابراهیم با بر آفلان
- Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi. 565
- عکس ذوق آن جماعت میزدی ** وین دلم ز آن عکس ذوقی میشدی
- Dostlardan gelen akis, sen denizden akse muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hoştur.
- عکس چندان باید از یاران خوش ** که شوی از بحر بیعکس آب کش
- İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikîdir.
- عکس کاول زد تو آن تقلید دان ** چون پیاپی شد شود تحقیق آن
- Hakikî akse erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha inci olmadı ki.
- تا نشد تحقیق از یاران مبر ** از صدف مگسل نگشت آن قطره در
- Gözün, aklın ve kulağın saf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.
- صاف خواهی چشم و عقل و سمع را ** بر دران تو پردههای طمع را
- Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır. 570
- ز انکه آن تقلید صوفی از طمع ** عقل او بر بست از نور و لمع
- Yemeğe, zevk ve sema’ya tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.
- طمع لوت و طمع آن ذوق و سماع ** مانع آمد عقل او را ز اطلاع
- Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi.
- گر طمع در آینه برخاستی ** در نفاق آن آینه چون ماستی
- Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?
- گر ترازو را طمع بودی به مال ** راست کی گفتی ترازو وصف حال
- Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum.
- هر نبیی گفت با قوم از صفا ** من نخواهم مزد پیغام از شما
- Ben delilim, müşteriniz Allah’tır. Allah, benim tellâllığımı iki baştan da verdi. 575
- من دلیلم حق شما را مشتری ** داد حق دلالیم هر دو سری
- Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama.
- چیست مزد کار من دیدار یار ** گر چه خود بو بکر بخشد چل هزار
- Onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir.
- چل هزار او نباشد مزد من ** کی بود شبه شبه در عدن
- Bir hikâye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla!
- یک حکایت گویمت بشنو به هوش ** تا بدانی که طمع شد بند گوش
- Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı?
- هر که را باشد طمع الکن شود ** با طمع کی چشم و دل روشن شود
- Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir. 580
- پیش چشم او خیال جاه و زر ** همچنان باشد که موی اندر بصر
- Fakat Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür.
- جز مگر مستی که از حق پر بود ** گر چه بدهی گنجها او حر بود
- Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya murdar bir şeyden ibarettir.
- هر که از دیدار برخوردار شد ** این جهان در چشم او مردار شد
- Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir.
- لیک آن صوفی ز مستی دور بود ** لاجرم در حرص او شب کور بود
- Hırsa düşkün olan, yüzlerce hikâye dinler de haris kulağına girmez.
- صد حکایت بشنود مدهوش حرص ** در نیاید نکتهای در گوش حرص
- Kadı tellâllarının, bir müflisi şehirde dolaştırarak halka bildirmeleri
- تعریف کردن منادیان قاضی مفلسی را گرد شهر
- Evsiz barksız, kimsiz, kimsesiz bir müflis vardır. Zindana düşmüş, amansız bağlara giriftar olmuştu. 585
- بود شخصی مفلسی بیخان و مان ** مانده در زندان وبند بیامان
- Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdağı gibi ağır gelmekteydi.
- لقمهی زندانیان خوردی گزاف ** بر دل خلق از طمع چون کوه قاف
- Şerrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye kudreti yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı.
- زهره نه کس را که لقمهی نان خورد ** ز انکه آن لقمهربا کاوش برد
- Allah davetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır.
- هر که دور از دعوت رحمان بود ** او گدا چشم است اگر سلطان بود
- O adam da mürüvveti ayakaltına almıştı. O lokma kapıcının yüzünden bir cehennem kesilmişti.
- مر مروت را نهاده زیر پا ** گشته زندان دوزخی ز آن نان ربا
- Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçsan orada önüne bir âfet çıkar. 590
- گر گریزی بر امید راحتی ** ز آن طرف هم پیشت آید آفتی