English    Türkçe    فارسی   

2
570-619

  • Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır. 570
  • ز انکه آن تقلید صوفی از طمع ** عقل او بر بست از نور و لمع‏
  • Yemeğe, zevk ve sema’ya tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.
  • طمع لوت و طمع آن ذوق و سماع ** مانع آمد عقل او را ز اطلاع‏
  • Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi.
  • گر طمع در آینه برخاستی ** در نفاق آن آینه چون ماستی‏
  • Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?
  • گر ترازو را طمع بودی به مال ** راست کی گفتی ترازو وصف حال‏
  • Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum.
  • هر نبیی گفت با قوم از صفا ** من نخواهم مزد پیغام از شما
  • Ben delilim, müşteriniz Allah’tır. Allah, benim tellâllığımı iki baştan da verdi. 575
  • من دلیلم حق شما را مشتری ** داد حق دلالیم هر دو سری‏
  • Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama.
  • چیست مزد کار من دیدار یار ** گر چه خود بو بکر بخشد چل هزار
  • Onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir.
  • چل هزار او نباشد مزد من ** کی بود شبه شبه در عدن‏
  • Bir hikâye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla!
  • یک حکایت گویمت بشنو به هوش ** تا بدانی که طمع شد بند گوش‏
  • Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı?
  • هر که را باشد طمع الکن شود ** با طمع کی چشم و دل روشن شود
  • Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir. 580
  • پیش چشم او خیال جاه و زر ** همچنان باشد که موی اندر بصر
  • Fakat Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür.
  • جز مگر مستی که از حق پر بود ** گر چه بدهی گنجها او حر بود
  • Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya murdar bir şeyden ibarettir.
  • هر که از دیدار برخوردار شد ** این جهان در چشم او مردار شد
  • Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir.
  • لیک آن صوفی ز مستی دور بود ** لاجرم در حرص او شب کور بود
  • Hırsa düşkün olan, yüzlerce hikâye dinler de haris kulağına girmez.
  • صد حکایت بشنود مدهوش حرص ** در نیاید نکته‏ای در گوش حرص‏
  • Kadı tellâllarının, bir müflisi şehirde dolaştırarak halka bildirmeleri
  • تعریف کردن منادیان قاضی مفلسی را گرد شهر
  • Evsiz barksız, kimsiz, kimsesiz bir müflis vardır. Zindana düşmüş, amansız bağlara giriftar olmuştu. 585
  • بود شخصی مفلسی بی‏خان و مان ** مانده در زندان وبند بی‏امان‏
  • Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdağı gibi ağır gelmekteydi.
  • لقمه‏ی زندانیان خوردی گزاف ** بر دل خلق از طمع چون کوه قاف‏
  • Şerrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye kudreti yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı.
  • زهره نه کس را که لقمه‏ی نان خورد ** ز انکه آن لقمه‏ربا کاوش برد
  • Allah davetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır.
  • هر که دور از دعوت رحمان بود ** او گدا چشم است اگر سلطان بود
  • O adam da mürüvveti ayakaltına almıştı. O lokma kapıcının yüzünden bir cehennem kesilmişti.
  • مر مروت را نهاده زیر پا ** گشته زندان دوزخی ز آن نان ربا
  • Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçsan orada önüne bir âfet çıkar. 590
  • گر گریزی بر امید راحتی ** ز آن طرف هم پیشت آید آفتی‏
  • Afetsiz, felaketiz hiçbir köşe yoktur. Allah’ın halvet yerinden başka hiçbir yerde dinlenmek, rahata kavuşmak mümkün değildir.
  • هیچ کنجی بی‏دد و بی‏دام نیست ** جز به خلوت‏گاه حق آرام نیست‏
  • Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayağı atılmayan bir bucağı yoktur.
  • کنج زندان جهان ناگزیر ** نیست بی‏پا مزد و بی‏دق الحصیر
  • Vallahi fare deliğine girsen yine bir kedi pençeliye çatarsın.
  • و الله ار سوراخ موشی در روی ** مبتلای گربه چنگالی شوی‏
  • Âdemoğlu, hayalle gelişir. Hayalleri güzelse onunla rahatlaşır.
  • آدمی را فربهی هست از خیال ** گر خیالاتش بود صاحب جمال‏
  • Yok... Eğer gözüne kötü hayaller görünürse ateşten eriyen mum gibi erir gider. 595
  • ور خیالاتش نماید ناخوشی ** می‏گدازد همچو موم از آتشی‏
  • Yılanların, akreplerin içinde bile olsan Allah, seni güzel hayallerle avutursa,
  • در میان مار و کژدم گر ترا ** با خیالات خوشان دارد خدا
  • Yılanlar, akrepler sana munis olur. Çünkü hayalin, aşağılık şeyleri altın yapan bir kimyadır.
  • مار و کژدم مر ترا مونس بود ** کان خیالت کیمیای مس بود
  • Sabır, güzel hayallerle tatlılaşır. Çünkü her şeyden evvel içinde bulunduğun sıkıntıdan kurtulma hayaline düşersin.
  • صبر شیرین از خیال خوش شده ست ** کان خیالات فرج پیش آمده ست‏
  • O kurtuluş ümidi, içteki imandan gelir. İman zayıflığından da ümitsizliğe, iç sıkıntısına uğrarsın.
  • آن فرج آید ز ایمان در ضمیر ** ضعف ایمان ناامیدی و زحیر
  • Sabır, iman yüzünden baş tacı olur. Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanı da yoktur. 600
  • صبر از ایمان بیابد سر کله ** حیث لا صبر فلا إیمان له‏
  • Peygamber “Allah, gönlünde sabrı olmayana iman da vermemiştir.” dedi.
  • گفت پیغمبر خداش ایمان نداد ** هر که را صبری نباشد در نهاد
  • O, senin gözüne yılan gibi görünür ama ötekinin gözüne güzel görünür.
  • آن یکی در چشم تو باشد چو مار ** هم وی اندر چشم آن دیگر نگار
  • Çünkü senin gözünde onun küfrünün, kötülüğünün hayali var, halbuki dostun gözünde onun müminlik hayali cilve etmekte.
  • ز انکه در چشمت خیال کفر اوست ** و آن خیال مومنی در چشم دوست‏
  • Görüyorsun ya... Bu bir kişide iki iş de var. Gâh balık oluyor, gâh olta!
  • کاندر این یک شخص هر دو فعل هست ** گاه ماهی باشد او و گاه شست‏
  • Yarısı mümin, yarısı kâfir. Yarısı hırs, yarısı sabır! 605
  • نیم او مومن بود نیمیش گبر ** نیم او حرص آوری نیمیش صبر
  • Allah “ İçimizde mümin var de var, kâfir ve eski putperest de” dedi.
  • گفت یزدانت فمنکم مومن ** باز منکم کافر گبر کهن‏
  • Öküz gibi... Yarısı kara, yarısı ay gibi bembeyaz.
  • همچو گاوی نیمه‏ی چپش سیاه ** نیمه‏ی دیگر سپید همچو ماه‏
  • Bu yarısını gören onu almaz, öbür tarafını gören almak ister, üstüne düşer.
  • هر که این نیمه ببیند رد کند ** هر که آن نیمه ببیند کد کند
  • Yusuf, kardeşinin gözünde canavar gibiydi, fakat yine o Yusuf, Yakup’un gözüne huri gibi geliyordu.
  • یوسف اندر چشم اخوان چون ستور ** هم وی اندر چشم یعقوبی چو حور
  • Fer’e ait göz, kötü hayal yüzünden onu çirkin gördü, asli gözse ortada yoktur. 610
  • از خیال بد مر او را زشت دید ** چشم فرع و چشم اصلی ناپدید
  • Zahiri gözü, o asli gözün gölgesi bil. O ne görürse bil ki, bu da onu görür.
  • چشم ظاهر سایه‏ی آن چشم دان ** هر چه آن بیند بگردد این بد آن‏
  • Sen bir mekândasın, aslın Lâmekândır. Bu dükkânı kapa da o dükkânı aç.
  • تو مکانی اصل تو در لامکان ** این دکان بر بند و بگشا آن دکان‏
  • Altı cihete kaçma, çünkü o cihetlerde altı kapı vardır. Tavlada altı kapı da alındı mı karşıda ki mat oldu! Mat.
  • شش جهت مگریز زیرا در جهات ** ششدره است و ششدره مات است مات‏
  • Zindandakilerin, Kadı’nın vekiline o müflisi şikâyet etmeleri
  • شکایت کردن اهل زندان پیش وکیل قاضی از دست آن مفلس
  • Zindandakiler, Kadı’nın anlayışlı vekiline şikâyet ederek dediler ki:
  • با وکیل قاضی ادراک‏مند ** اهل زندان در شکایت آمدند
  • “ Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu aşağılık adamdan incindiğimizi söyle. 615
  • که سلام ما به قاضی بر کنون ** باز گو آزار ما زین مرد دون‏
  • O, boşboğaz, obur ve muzır herif, bu zindanda kalıp duruyor.
  • کاندر این زندان بماند او مستمر ** یاوه تاز و طبل‏خوار است و مضر
  • Kötü ve çirkin huyu yüzünden sinek gibi çağrılmadan selâmsız, sabahsız her yemeğe konmada.
  • چون مگس حاضر شود در هر طعام ** از وقاحت بی‏صلا و بی‏سلام‏
  • Altmış kişinin yemeği ona yetişmiyor. Ne kadar söylesek vurdumduymazlıktan geliyor.
  • پیش او هیچ است لوت شصت کس ** کر کند خود را اگر گوییش بس‏
  • Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu zindandakilere bir lokma bile kalmıyor.
  • مرد زندان را نیاید لقمه‏ای ** ور به صد حیلت گشاید طعمه‏ای‏