English    Türkçe    فارسی   

2
608-657

  • Bu yarısını gören onu almaz, öbür tarafını gören almak ister, üstüne düşer.
  • هر که این نیمه ببیند رد کند ** هر که آن نیمه ببیند کد کند
  • Yusuf, kardeşinin gözünde canavar gibiydi, fakat yine o Yusuf, Yakup’un gözüne huri gibi geliyordu.
  • یوسف اندر چشم اخوان چون ستور ** هم وی اندر چشم یعقوبی چو حور
  • Fer’e ait göz, kötü hayal yüzünden onu çirkin gördü, asli gözse ortada yoktur. 610
  • از خیال بد مر او را زشت دید ** چشم فرع و چشم اصلی ناپدید
  • Zahiri gözü, o asli gözün gölgesi bil. O ne görürse bil ki, bu da onu görür.
  • چشم ظاهر سایه‏ی آن چشم دان ** هر چه آن بیند بگردد این بد آن‏
  • Sen bir mekândasın, aslın Lâmekândır. Bu dükkânı kapa da o dükkânı aç.
  • تو مکانی اصل تو در لامکان ** این دکان بر بند و بگشا آن دکان‏
  • Altı cihete kaçma, çünkü o cihetlerde altı kapı vardır. Tavlada altı kapı da alındı mı karşıda ki mat oldu! Mat.
  • شش جهت مگریز زیرا در جهات ** ششدره است و ششدره مات است مات‏
  • Zindandakilerin, Kadı’nın vekiline o müflisi şikâyet etmeleri
  • شکایت کردن اهل زندان پیش وکیل قاضی از دست آن مفلس
  • Zindandakiler, Kadı’nın anlayışlı vekiline şikâyet ederek dediler ki:
  • با وکیل قاضی ادراک‏مند ** اهل زندان در شکایت آمدند
  • “ Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu aşağılık adamdan incindiğimizi söyle. 615
  • که سلام ما به قاضی بر کنون ** باز گو آزار ما زین مرد دون‏
  • O, boşboğaz, obur ve muzır herif, bu zindanda kalıp duruyor.
  • کاندر این زندان بماند او مستمر ** یاوه تاز و طبل‏خوار است و مضر
  • Kötü ve çirkin huyu yüzünden sinek gibi çağrılmadan selâmsız, sabahsız her yemeğe konmada.
  • چون مگس حاضر شود در هر طعام ** از وقاحت بی‏صلا و بی‏سلام‏
  • Altmış kişinin yemeği ona yetişmiyor. Ne kadar söylesek vurdumduymazlıktan geliyor.
  • پیش او هیچ است لوت شصت کس ** کر کند خود را اگر گوییش بس‏
  • Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu zindandakilere bir lokma bile kalmıyor.
  • مرد زندان را نیاید لقمه‏ای ** ور به صد حیلت گشاید طعمه‏ای‏
  • Sofra serildi mi o cehennem boğazlı herif hemen gelip oturuyor. Delili de şu: Allah, yiyin dedi! 620
  • در زمان پیش آید آن دوزخ گلو ** حجتش این که خدا گفتا کلوا
  • Üç yıllık kıtlığa benzeyen bu adamdan elaman. Efendimizin ömrü ebedî olsun!
  • زین چنین قحط سه ساله داد داد ** ظل مولانا ابد پاینده باد
  • Ya bu sığırı zindandan defolup gitsin yahut doyması için vakıftan bir maaş tayin edilsin.
  • یا ز زندان تا رود این گاومیش ** یا وظیفه کن ز وقفی لقمه‏ایش‏
  • Ey hem erkeğin, hem kadının memnuniyetini kazanan, bize imdat eyle imdat!”
  • ای ز تو خوش هم ذکور و هم اناث ** داد کن المستغاث المستغاث‏
  • Tatlı sözlü vekil, Kadı’nın yanına gelip halkın şikâyetlerini bir, bir anlattı.
  • سوی قاضی شد وکیل با نمک ** گفت با قاضی شکایت یک به یک‏
  • Kadı, o adamı zindandan çağırttı. Kendi adamlarından da işi tahkik etti. 625
  • خواند او را قاضی از زندان به پیش ** پس تفحص کرد از اعیان خویش‏
  • Zindandakilerin şikâyetlerinde haklı olduklarını anladı.
  • گشت ثابت پیش قاضی آن همه ** که نمودند از شکایت آن رمه‏
  • “ Hemen zindandan git; sahipsiz kalası herif, var evine yıkıl!” dedi.
  • گفت قاضی خیز از این زندان برو ** سوی خانه‏ی مرده‏ریگ خویش شو
  • Herif dedi ki: “ Benim evim, barkım, senin ihsanından ibaret. Kâfir gibi, zindanın bana cennettir.
  • گفت خان و مان من احسان تست ** همچو کافر جنتم زندان تست‏
  • Eğer beni zindandan sürersen yoksulluktan, ihtiyaçtan öldüm gitti!
  • گر ز زندانم برانی تو به رد ** خود بمیرم من ز تقصیری و کد
  • İblis gibi, Yarabbi, beni kıyamete kadar yaşat. 630
  • همچو ابلیسی که می‏گفت ای سلام ** رب أنظرنی إلی یوم القیام‏
  • Ben bu dünya zindanında rahatım. Beni yaşat da düşmanımın evlâdını tepeleyeyim.
  • کاندر این زندان دنیا من خوشم ** تا که دشمن زادگان را می‏کشم‏
  • Kimin imandan nasibi varsa, kimin yol için bir lokma ekmeği mevcutsa,
  • هر که او را قوت ایمانی بود ** و ز برای زاد ره نانی بود
  • Ondan, o azığı, o ekmeği gâh hile, gâh hud’a ile alayım da pişmanlıktan feryada başlasın.
  • می‏ستانم گه به مکر و گه به ریو ** تا بر آرند از پشیمانی غریو
  • Onları bazen yoksullukla korkutayım, bazen güzelliğin saçlarıyla, benleriyle gözlerini bağlayayım, dedi.
  • گه به درویشی کنم تهدیدشان ** گه به زلف و خال بندم دیدشان‏
  • Bu zindanda iman azığı azdır. Bu azığa sahip olanlar da köpeğin korkusundan ıstırap içindedir. 635
  • قوت ایمانی در این زندان کم است ** وان که هست از قصد این سگ در خم است‏
  • Namazdan, oruçtan, yüz türlü çaresizlikten meydana gelen zevk azığını da gelip birden alır, götürüverir.
  • از نماز و صوم و صد بی‏چارگی ** قوت ذوق آید برد یک بارگی‏
  • Allah Şeytanından Allah’a sığınırım; ah, onun azgınlığından helâk olup gittik!
  • أستعیذ الله من شیطانه ** قد هلکنا آه من طغیانه‏
  • Bir köpek ama binlerce kişiye saldırmada, kime saldırır, kimin kanına girerse o adam da Şeytan kesiliverir.
  • یک سگ است و در هزاران می‏رود ** هر که در وی رفت او او می‏شود
  • Kim seni haktan, hakikatten soğutursa bil ki Şeytan o adamın içindedir. Derisinin altında gizlenmiştir.
  • هر که سردت کرد می‏دان کاو در اوست ** دیو پنهان گشته اندر زیر پوست‏
  • Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın suretine bürünüp seni aldatmazsa hayaline girer de seni o hayalle kötülüğe sevk eder. 640
  • چون نیابد صورت آید در خیال ** تا کشاند آن خیالت در وبال‏
  • Seni gâh gezip eğlenme, gâh dükkân açıp alışveriş etme, gâh ilim öğrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür.
  • گه خیال فرجه و گاهی دکان ** گه خیال علم و گاهی خان و مان‏
  • Kendine gel hemen “ Lâhavle” de. Ama sade dille değil; candan gönülden!
  • هان بگو لاحولها اندر زمان ** از زبان تنها نه بلک از عین جان‏
  • Müflis hikâyesinin sonu
  • تتمه قصه مفلس
  • Kadı “ Müflisliğini ispat et” dedi. Adam, “ İşte bütün zindandakiler tanık” deyince.
  • گفت قاضی مفلسی را وانما ** گفت اینک اهل زندانت گوا
  • Kadı “ Onlar, senden şikâyetçi. Senden kaçıp kurtulmak istiyorlar, senin elinden kan ağlıyorlar.
  • گفت ایشان متهم باشند چون ** می‏گریزند از تو می‏گریند خون‏
  • Senden kurtulmak istedikleri için yalan yere şahadette bulunabilirler” dedi. 645
  • از تو می‏خواهند هم تا وارهند ** زین غرض باطل گواهی می‏دهند
  • Mahkemede bulunanların hepsi “Biz onun hem müflisliğine, hem kötülüğüne şahidiz” dediler.
  • جمله اهل محکمه گفتند ما ** هم بر ادبار و بر افلاسش گوا
  • Kadı, o adamı kime sorduysa “Efendim, bu müflisten elini yıka, bundan hayır gelmez” dedi.
  • هر که را پرسید قاضی حال او ** گفت مولا دست ازین مفلس بشو
  • Kadı dedi ki: “ bu müflis fazlasıyla da dolandırıcı bir adam diye şehri alenen dolaştırın.
  • گفت قاضی کش بگردانید فاش ** گرد شهر این مفلس است و بس قلاش‏
  • Tellallar, yer, yer bağırıp onun müflisliğini her tarafta ilân etsinler.
  • کو به کو او را مناداها زنید ** طبل افلاسش عیان هر جا زنید
  • Kimse ona veresiye bir şey satmasın, kimse ona bir mangır bile borç vermesin. 650
  • هیچ کس نسیه بنفروشد بدو ** قرض ندهد هیچ کس او را تسو
  • Birisi hilesine uğrar da o yüzden davaya kalkışırsa artık onu hapse atmam.
  • هر که دعوی آردش اینجا به فن ** بیش زندانش نخواهم کرد من‏
  • Çünkü iflası bence sabit olmuştur. Elinde ne parası var, ne pulu!” dedi.
  • پیش من افلاس او ثابت شده است ** نقد و کالا نیستش چیزی به دست‏
  • Âdemoğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.
  • آدمی در حبس دنیا ز آن بود ** تا بود کافلاس او ثابت شود
  • Allah’ımız da İblisinin müflisliğini Kuran’la bize bildirmiş, her tarafa yaymıştır.
  • مفلسی دیو را یزدان ما ** هم منادی کرد در قرآن ما
  • O hilekâr, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir suretle ortak olma, oyuna girişme. 655
  • کاو دغا و مفلس است و بد سخن ** هیچ با او شرکت و سودا مکن‏
  • Alışverişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin? diye anlatmıştır.
  • ور کنی او را بهانه آوری ** مفلس است او صرفه از وی کی بری‏
  • İş bu dereceye gelince odun, satan bir Kürdün devesini getirdiler.
  • حاضر آوردند چون فتنه فروخت ** اشتر کردی که هیزم می‏فروخت‏