İster yüz yıl olsun, ister otuz yıl. Mutlaka sabır ve şükür yükünü yüklemeli. 730
بار صبر و شکر او را بردنی است ** خواه در صد سال و خواهی سی و بیست
Hiç bir suçlu başkasının suçunu çekmedi. Hiçbir kimse ekmeğini biçmedi.
هیچ وازر وزر غیری بر نداشت ** هیچ کس ندرود تا چیزی نکاشت
Ekmeğini biçmeyi dilemek ham tamahtır, oğul, o ham tamaha kapılma. Ham şey yemek insana hastalık verir.
طمع خام است آن مخور خام ای پسر ** خام خوردن علت آرد در بشر
Birisi bir define buluverir; ben de onu istiyorum, dükkânla, alışverişle ne işim var, der.
کان فلانی یافت گنجی ناگهان ** من همان خواهم نه کار و نه دکان
Baht işi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek.
کار بخت است آن و آن هم نادر است ** کسب باید کرد تا تن قادر است
Çalışıp kazanmak define bulmaya mâni değil ya. Sen işten kalma da nasibinde varsa define de arkandan gelsin. 735
کسب کردن گنج را مانع کی است ** پا مکش از کار آن خود در پی است
Böyle yap ki “ Eğer” illetine uğramayasın, “ Eğer şunu yapsaydım yahut bunu yapsaydım” deyip tereddüde düşmeyesin.
تا نگردی تو گرفتار اگر ** که اگر این کردمی یا آن دگر
Çünkü halkla hoş geçinen peygamber “ Eğer” demeyi menetti, “ Onu söylemek münafıklıktandır” dedi.
کز اگر گفتن رسول با وفاق ** منع کرد و گفت آن هست از نفاق
O münafık da “eğer” derken, işi şarta bağlarken öldü, bu şarta bağlayıştan öbür dünyaya ancak hasret götürebilirdi!
کان منافق در اگر گفتن بمرد ** وز اگر گفتن بجز حسرت نبرد
Bir yabancı adam, acele bir ev arıyordu. Bir dostu onu harap bir eve götürüp
آن غریبی خانه میجست از شتاب ** دوستی بردش سوی خانهی خراب
“ Eğer tavanı olsaydı benim yanı başımda ev sahibi olur, otururdum. 740
گفت او این را اگر سقفی بدی ** پهلوی من مر ترا مسکن شدی
Evde bir oda daha olsaydı çoluğun çocuğun rahat ederdi” dedi.
هم عیال تو بیاسودی اگر ** در میانه داشتی حجرهی دگر
Adam dedi ki: “Evet, dostlara bitişik komşu olmak iyi, fakat “ Eğer” de oturmaya imkân yok!”
گفت آری پهلوی یاران خوش است ** لیک ای جان در اگر نتوان نشست
Bütün âlem, hoşluğu ister, bu yüzden de ateş içindedir.
این همه عالم طلبکار خوشند ** وز خوش تزویر اندر آتشند
İhtiyar olsun, genç olsun herkes altın ister. Fakat herkesin gözü kalp parayı altından fark edemez ki.
طالب زر گشته جمله پیر و خام ** لیک قلب از زر نداند چشم عام
Halis altın kalp akçaya bir ziya, bir parıltı vermiştir. Fakat ayar olmadıkça zan ile altını seçmeye kalkışma. 745
پرتوی بر قلب زد خالص ببین ** بیمحک زر را مکن از ظن گزین
Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kişiye teslim et.
گر محک داری گزین کن ور نه رو ** نزد دانا خویشتن را کن گرو
Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düşüp ilerleme.
یا محک باید میان جان خویش ** ور ندانی ره مرو تنها تو پیش
Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmeğe çeken tanıdık sesine benzer.
بانگ غولان هست بانگ آشنا ** آشنایی که کشد سوی فنا
“Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta” diye bağırırlar.
بانگ میدارد که هان ای کاروان ** سوی من آیید نک راه و نشان
Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır. 750
نام هر یک میبرد غول ای فلان ** تا کند آن خواجه را از آفلان
Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor.!
چون رسد آن جا ببیند گرگ و شیر ** عمر ضایع راه دور و روز دیر
Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle.
چون بود آن بانگ غول آخر بگو ** مال خواهم جاه خواهم و آبرو
İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
از درون خویش این آوازها ** منع کن تا کشف گردد رازها
Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa.
ذکر حق کن بانگ غولان را بسوز ** چشم نرگس را از این کرکس بدوز
Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki. 755
صبح کاذب را ز صادق واشناس ** رنگ می را باز دان از رنگ کاس
Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zahiri gözden başka bir göz elde edersin.
تا بود کز دیدهگان هفت رنگ ** دیدهای پیدا کند صبر و درنگ
O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine mücevherler görürsün.
رنگها بینی بجز این رنگها ** گوهران بینی به جای سنگها
Hatta gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir güneş kesilirsin.
گوهر چه بلکه دریایی شوی ** آفتاب چرخ پیمایی شوی
İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık görürsün.
کار کن در کارگه باشد نهان ** تو برو در کارگه بینش عیان
Mademki iş, sahibine bir hicap olmuştur? Şu halde onu işinden başka bir yerde göremezsin. 760
کار چون بر کار کن پرده تنید ** خارج آن کار نتوانیش دید
Mademki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan gafildir.
کارگه چون جای باش عامل است ** آن که بیرون است از وی غافل است
O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
پس در آ در کارگه یعنی عدم ** تا ببینی صنع و صانع را بهم
Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
کارگه چون جای روشن دیدهگی است ** پس برون کارگه پوشیدگی است
İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu.
رو به هستی داشت فرعون عنود ** لاجرم از کارگاهش کور بود
Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu. 765
لاجرم میخواست تبدیل قدر ** تا قضا را باز گرداند ز در
Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
خود قضا بر سبلت آن حیلهمند ** زیر لب میکرد هر دم ریشخند
O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
صد هزاران طفل کشت او بیگناه ** تا بگردد حکم و تقدیر اله
Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
تا که موسای نبی ناید برون ** کرد در گردن هزاران ظلم و خون
O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için hazırlandı,
آن همه خون کرد و موسی زاده شد ** و ز برای قهر او آماده شد
Eğer zevali olmayan Allah’ın sanat yurdunu görseydi eli, ayağı kurur, hile yapamazdı. 770
گر بدیدی کارگاه لا یزال ** دست و پایش خشک گشتی ز احتیال
Musa, onun evinde rahatça yaşadığı halde o, dışarıda beyhude yere çocukları öldürüp durmaktaydı.
اندرون خانهاش موسی معاف ** و ز برون میکشت طفلان را گزاف
Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonra da başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi.
همچو صاحب نفس کاو تن پرورد ** بر دگر کس ظن حقدی میبرد
Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, hâlbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir, kendi nefsidir.
کاین عدو و آن حسود و دشمن است ** خود حسود و دشمن او آن تن است
O, adam Firavuna benzer, bedeni de Musa’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “ Nerede düşman?” diye koşmaktadır. Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir.
او چو موسی و تنش فرعون او ** او به بیرون میدود که کو عدو
Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir, kendisi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta. 775
نفسش اندر خانهی تن نازنین ** بر دگر کس دست میخاید به کین
Halkın, bir töhmet yüzünden anasını öldüren kişiyi kınaması
ملامت کردن مردم شخصی را که مادرش را کشت به تهمت
Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü.
آن یکی از خشم مادر را بکشت ** هم به زخم خنجر و هم زخم مشت
Biri ona “ Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin.
آن یکی گفتش که از بد گوهری ** یاد ناوردی تو حق مادری
Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana ne yaptı ki?” dedi.
هی تو مادر را چرا کشتی بگو ** او چه کرد آخر بگو ای زشت خو
Adam “ Çok ayıp bir iş işledi, bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi.
گفت کاری کرد کان عار وی است ** کشتمش کان خاک ستار وی است