English    Türkçe    فارسی   

2
8-57

  • Bir bülbül buradan uçup gitti, dönüp yine geri geldi. Bu manaları anlamak için doğanlaştı.
  • بلبلی ز ینجا برفت و باز گشت ** بهر صید این معانی باز گشت‏
  • Bu doğanın konağı, padişahın kolu olsun; bu kapı, halka ebediyen açık kalsın.
  • ساعد شه مسکن این باز باد ** تا ابد بر خلق این در باز باد
  • Bu kapının afeti, heva ve şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur. 10
  • آفت این در هوا و شهوت است ** ور نه اینجا شربت اندر شربت است‏
  • Bu ağzı kapa da o âlemi gör. O âleme gözbağı, boğaz ve ağızdır.
  • این دهان بر بند تا بینی عیان ** چشم بند آن جهان حلق و دهان‏
  • Ey ağız, sen esasen cehennemin bir alevisin! Ey cihan, sen zaten bir berzaha benzersin!
  • ای دهان تو خود دهانه‌ای دوزخی ** وی جهان تو بر مثال برزخی
  • Baki nur, aşağılık dünyanın ardındadır. Saf süt, kan nehirlerinin ardındadır.
  • نور باقی پهلوی دنیای دون ** شیر صافی پهلوی جوهای خون‏
  • Oraya ihtiyarsız bir attın mı sütün karışır, kan haline gelir.
  • چون در او گامی زنی بی‏احتیاط ** شیر تو خون می‏شود از اختلاط
  • Âdem peygamber, nefis zevkine bir adım attı, cennetin başköşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti. 15
  • یک قدم زد آدم اندر ذوق نفس ** شد فراق صدر جنت طوق نفس‏
  • Melek, Şeytandan kaçar gibi ondan kaçmaya başladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyaşı döktü.
  • همچو دیو از وی فرشته می‏گریخت ** بهر نانی چند آب چشم ریخت‏
  • Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki gözde bitmişti.
  • گر چه یک مو بد گنه کاو جسته بود ** لیک آن مو در دو دیده رسته بود
  • Âdem, kadim nur’un gözüydü. Gözde kıl, büyük bir dağ kesilir.
  • بود آدم دیده‏ی نور قدیم ** موی در دیده بود کوه عظیم‏
  • Eğer Âdem, o hususta meşverette bulunsaydı pişman olup özürler serdetmezdi.
  • گر در آن آدم بکردی مشورت ** در پشیمانی نگفتی معذرت‏
  • Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur. 20
  • ز آن که با عقلی چو عقلی جفت شد ** مانع بد فعلی و بد گفت شد
  • Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz.
  • نفس با نفس دگر چون یار شد ** عقل جزوی عاطل و بی‏کار شد
  • Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir.
  • چون ز تنهایی تو نومیدی شوی ** زیر سایه‏ی یار خورشیدی شوی‏
  • Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.
  • رو بجو یار خدایی را تو زود ** چون چنان کردی خدا یار تو بود
  • Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.
  • آن که در خلوت نظر بر دوخته ست ** آخر آن را هم ز یار آموخته ست‏
  • Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil. 25
  • خلوت از اغیار باید نه ز یار ** پوستین بهر دی آمد نه بهار
  • Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.
  • عقل با عقل دگر دو تا شود ** نور افزون گشت و ره پیدا شود
  • Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
  • نفس با نفس دگر خندان شود ** ظلمت افزون گشت و ره پنهان شود
  • Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
  • یار چشم تست ای مرد شکار ** از خس و خاشاک او را پاک دار
  • Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
  • هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن‏
  • Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur. 30
  • چون که مومن آینه‏ی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود
  • Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
  • یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینه‏ای جان دم مزن‏
  • Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
  • تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت‏
  • Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
  • کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت‏
  • O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
  • آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت‏
  • Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti. 35
  • در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف‏
  • “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
  • گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است‏
  • Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
  • پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
  • Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
  • یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایه‏ی ناموس بود
  • Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
  • خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست‏
  • Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar. 40
  • چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند
  • Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
  • ز آنکه بی‏گل‏زار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است‏
  • Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
  • آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی‏
  • Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
  • آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست‏
  • Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
  • خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست‏
  • İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin! 45
  • مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری‏
  • Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
  • بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
  • Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
  • حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان‏
  • Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
  • راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
  • Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
  • پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس‏
  • Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar? 50
  • اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند
  • Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
  • حس ابدان قوت ظلمت می‏خورد ** حس جان از آفتابی می‏چرد
  • Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
  • ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب‏
  • Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
  • ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت‏
  • Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
  • گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی‏
  • Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri! 55
  • تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش‏
  • Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
  • روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
  • Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
  • از تو ای بی‏نقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیره‏سر