Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmam’a kadar bu perdeler saf saftır.
از پس هر پرده قومی را مقام ** صف صفاند این پردههاشان تا امام
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.
اهل صف آخرین از ضعف خویش ** چشمشان طاقت ندارد نور بیش
Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.
و آن صف پیش از ضعیفی بصر ** تاب نارد روشنایی بیشتر
İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir.825
روشنیی کاو حیات اول است ** رنج جان و فتنهی این احول است
Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir.
احولیها اندک اندک کم شود ** چون ز هفصد بگذرد او یم شود
Demiri yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
آتشی کاصلاح آهن یا زر است ** کی صلاح آبی و سیب تر است
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
سیب و آبی خامیی دارد خفیف ** نه چو آهن تابشی خواهد لطیف
Hâlbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
لیک آهن را لطیف آن شعلههاست ** کاو جذوب تابش آن اژدهاست
O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.830
هست آن آهن فقیر سخت کش ** زیر پتک و آتش است او سرخ و خوش
Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
حاجب آتش بود بیواسطه ** در دل آتش رود بیرابطه
Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
بیحجاب آب و فرزندان آب ** پختگی ز آتش نیابند و خطاب
Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere yahut tava lâzımdır.
واسطه دیگی بود یا تابهای ** همچو پا را در روش پا تابهای
Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
یا مکانی در میان تا آن هوا ** میشود سوزان و میآرد بما
Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.835
پس فقیر آن است کاو بیواسطه ست ** شعلهها را با وجودش رابطه ست
Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
پس دل عالم وی است ایرا که تن ** میرسد از واسطهی این دل به فن
Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
دل نباشد، تن چه داند گفتوگو ** دل نجوید، تن چه داند جستجو
Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Allah’ın nazargâhı da gönüldür, ten değil!
پس نظرگاه شعاع آن آهن است ** پس نظرگاه خدا دل نی تن است
Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
باز این دلهای جزوی چون تن است ** با دل صاحب دلی کاو معدن است
Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.840
بس مثال و شرح خواهد این کلام ** لیک ترسم تا نلغزد وهم عام
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından.
تا نگردد نیکویی ما بدی ** اینکه گفتم هم نبد جز بیخودی
Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
پای کج را کفش کج بهتر بود ** مر گدا را دستگه بر در بود
Padişahın, yeni aldığı iki köleyi sınaması
امتحان پادشاه به آن دو غلام که نو خریده بود
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.
پادشاهی دو غلام ارزان خرید ** با یکی ز آن دو سخن گفت و شنید
Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.
یافتش زیرک دل و شیرین جواب ** از لب شکر چه زاید شکر آب
Âdemoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir.845
آدمی مخفی است در زیر زبان ** این زبان پرده است بر درگاه جان
Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
چون که بادی پرده را در هم کشید ** سر صحن خانه شد بر ما پدید
O evde inci mi var, buğday mı; altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?
کاندر آن خانه گهر یا گندم است ** گنج زر یا جمله مار و کژدم است
Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz.
یا در او گنج است و ماری بر کران ** ز انکه نبود گنج زر بیپاسبان
Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
بیتامل او سخن گفتی چنان ** کز پس پانصد تامل دیگران
Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu…850
گفتی اندر باطنش دریاستی ** جمله دریا گوهر گویاستی
Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
نور هر گوهر کز او تابان شدی ** حق و باطل را از او فرقان شدی
Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre, zerre fark eder, bize gösterir.
نور فرقان فرق کردی بهر ما ** ذره ذره حق و باطل را جدا
O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık, cevabı da biz verirdik.
نور گوهر نور چشم ما شدی ** هم سؤال و هم جواب از ما بدی
Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
چشم کژ کردی دو دیدی قرص ماه ** چون سؤال است این نظر در اشتباه
Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu!855
راست گردان چشم را در ماهتاب ** تا یکی بینی تو مه را نک جواب
Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır.
فکرتت که کژ مبین نیکو نگر ** هست آن فکرت شعاع آن گهر
Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
هر جوابی کان ز گوش آید به دل ** چشم گفت از من شنو آن را بهل
Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!
گوش دلاله ست و چشم اهل وصال ** چشم صاحب حال و گوش اصحاب قال