English    Türkçe    فارسی   

2
865-914

  • Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. 865
  • İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı.
  • Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
  • “Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
  • Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.
  • Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin, ben de hünerli bir doktorum. 870
  • Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da büsbütün göz yummak doğru değil.
  • Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikâye söyle de aklın nasıl bir göreyim” dedi.
  • O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı.
  • Huzurundaki köleye “Aferin, sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köle değersin, bir değil.
  • Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu. 875
  • Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir, şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.
  • Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim.
  • Doğru söyleme, yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.
  • O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu.
  • Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. 880
  • Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?
  • Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.
  • Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün.
  • Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.
  • O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür. 885
  • Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”.
  • Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun ayıplarını söyle
  • Ki, benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi.
  • Köle dedi ki; “Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını söyleyeyim:
  • Kusuru; sevgi, vefa, insanlık, doğruluk, zekâ ve dostluktur. 890
  • En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir. Ama nasıl cömertlik? Canını da verir.
  • Allah bu can bağışlamaya karşılık yüz binlerce can ihsan eder. Bunu görmeyen kişi nasıl cömert olabilir?
  • Eğer görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu kadar tasalanırdın?
  • Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.
  • Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakînen bilen, 895
  • Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icat eder.” dedi.
  • Cömertlik, bütün karşılıkları görmedir. Şu halde karşılığı görüş, korkunun zıddıdır.
  • Nekeslik de karşılıkları görmemektir. İnciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir.
  • Eğer cömertliğe karşılık verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı. Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz.
  • Şu halde cömertlik gözden gelir, elden değil. İşe yarayan görüştür, gözü açıktan başkası kurtulamaz. 900
  • Arkadaşımın bir kusuru da kendisini görmemesidir. O, kendisinde kusur arar durur.
  • Kendi ayıbını söyler, kendi ayıbını arar. Herkesi iyi bilir, herkesle dosttur da kendisiyle dost değildir.”
  • Padişah “ Arkadaşını övmede ileri gitme. Onu överken kendini övmeye kalkışma.
  • Çünkü onu imtihana çekersem ilerde utanırsın” dedi.
  • Kölenin, iyi zannı yüzünden arkadaşının doğruluğuna ve vefakârlığına yemin etmesi
  • Köle dedi ki; “ Hüküm ve kudret sahibi, bağışlayan ve acıyan Ulu Allah’a ant olsun… 905
  • Peygamberleri, ihtiyacı olduğundan değil de fazlından, kereminden gönderen,
  • Aşağılık topraktan, yüce padişahlar yaratan.
  • Onları topraktan yaratılmış mahlûkatın tabiatlarından arıtan, gök ehlinin derecelerinden üstün kılan,
  • Ateşten saf bir nur yaratıp onunla bütün nurları parlatan,
  • Nurlara doğan, nurları aydınlatan nuru yaratan, Âdem peygamberin feyiz alıp marifete eriştiği aydın ziyayı meydana getiren, 910
  • Âdem’den bitip Şîs’in devşirdiği nuru, Âdem’in görüp Şîs’i yerine halife ettiği nuru.
  • Nuh’un feyiz aldığı, can denizi havasında inciler yağdırdığı nuru halk edene ant olsun.
  • İbrahim’in canı o nurlardan nurlandı da pervasızca ateş şulelerine koştu, ateşe atıldı.
  • İsmail, onun ırmağına düştü de o yüzden parlak bıçağın önüne baş koydu, boyun verdi.