- O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi. Kıyamette kim suç işleyebilir” dedi.
- پس قیامت بودی این دنیای ما ** در قیامت کی کند جرم و خطا
- Padişah “ Allah bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan gizledi, kendi haslarından değil.
- گفت شه پوشید حق پاداش بد ** لیک از عامه نه از خاصان خود
- Ben bir emiri tuzağa düşürmek dilersem emirlerden gizlerim, fakat vezirden gizlemem. 990
- گر به دامی افکنم من یک امیر ** از امیران خفیه دارم نه از وزیر
- Hak bana işlerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz binlercesinin büründüğü suretleri gösterdi.
- حق به من بنمود پس پاداش کار ** وز صورهای عملها صد هزار
- Ben bilirim ama sen de bir nişane ver. Ay, bulutla örtülse de bana gizli değildir” dedi.
- تو نشانی ده که من دانم تمام ** ماه را بر من نمیپوشد غمام
- Köle, mademki olanı, biteni olduğu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne, deyince;
- گفت پس از گفت من مقصود چیست ** چون تو میدانی که آن چه بود چیست
- Padişah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Allah’ın ilmindekileri izhar etmektir.
- گفت شه حکمت در اظهار جهان ** آن که دانسته برون آید عیان
- Bildiğini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez. 995
- آن چه میدانست تا پیدا نکرد ** بر جهان ننهاد رنج طلق و درد
- Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hatta bir an bile duramazsın.
- یک زمان بیکار نتوانی نشست ** تا بدی یا نیکیی از تو نجست
- Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açığa çıkması içindir.
- این تقاضاهای کار از بهر آن ** شد موکل تا شود سرت عیان
- Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme âletine benzeyen tenin işlemez?
- پس کلابهی تن کجا ساکن شود ** چون سر رشتهی ضمیرش میکشد
- Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir. O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
- تاسهی تو شد نشان آن کشش ** بر تو بیکاری بود چون جان کنش
- Bu âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir. 1000
- این جهان و آن جهان زاید ابد ** هر سبب مادر اثر از وی ولد
- Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline gelir.
- چون اثر زایید آن هم شد سبب ** تا بزاید او اثرهای عجب
- Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
- این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیدهای باید منور نیک نیک
- Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
- شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
- Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
- گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست
- Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. 1005
- چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام
- “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
- گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
- Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
- ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همیگوید برای تو فلان
- O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
- شاد گشتی هر که رویت دیدهیی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی
- Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
- گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه
- Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi. 1010
- گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد
- Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
- خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
- Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
- کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت
- Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
- کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود
- Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ Kâfi” dedi.
- چون دمادم کرد هجوش چون جرس ** دست بر لب زد شهنشاهش که بس
- “Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş, onun ağzı. 1015
- گفت دانستم ترا از وی بدان ** از تو جان گنده ست و از یارت دهان
- Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O âmir olsun, sen onun memuru ol!”
- پس نشین ای گنده جان از دور تو ** تا امیر او باشد و مأمور تو
- Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındadır” dediler.
- در حدیث آمد که تسبیح از ریا ** همچو سبزهی گولخن دان ای کیا
- “Riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi!
- پس بدان که صورت خوب و نکو ** با خصال بد نیرزد یک تسو
- Güzel ve iyi suret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akça bile değmez!
- ور بود صورت حقیر و ناپذیر ** چون بود خلقش نکو در پاش میر
- Bil ki zahiri suret yok olur, fakat mana âlemi ebedidir, kalır. 1020
- صورت ظاهر فنا گردد بدان ** عالم معنی بماند جاودان
- Testinin suretiyle ne vakte dek oynayıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü.
- چند بازی عشق با نقش سبو ** بگذر از نقش سبو رو آب جو
- Suretini gördün ama manadan gafilsin. Akıllıysan sedeften bir inci seç, çıkar.
- صورتش دیدی ز معنی غافلی ** از صدف دری گزین گر عاقلی
- Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi can denizinden diriyse de,
- این صدفهای قوالب در جهان ** گر چه جمله زندهاند از بحر جان
- Her sedefte inci bulunmaz, gözünü aç da her birinin içine bak!
- لیک اندر هر صدف نبود گهر ** چشم بگشا در دل هر یک نگر
- Onda ne var, bunda ne var? Onu anla. Çünkü o değerli inci nadir bulunur. 1025
- کان چه دارد وین چه دارد میگزین ** ز انکه کمیاب است آن در ثمین
- Surete talip olursan (bu şuna benzer:) bir dağ, görünüşte büyüklük bakımından lâl’in yüzlerce mislidir.
- گر به صورت میروی کوهی به شکل ** در بزرگی هست صد چندان که لعل
- Senin elin, ayağın, saçın, sakalın da gözünden yüzlerce defa daha büyüktür.
- هم به صورت دست و پا و پشم تو ** هست صد چندان که نقش چشم تو
- Fakat iki gözün, bütün azadan daha kıymetli olduğu meydandadır.
- لیک پوشیده نباشد بر تو این ** کز همه اعضا دو چشم آمد گزین
- Gönlüne gelen bir tek düşünce yüzünden de yüzlerce cihan, bir anda baş aşağı devrilir gider.
- از یک اندیشه که آید در درون ** صد جهان گردد به یک دم سر نگون
- Padişahın cismi, surette birdir ama yüz binlerce asker, arkasından koşar. 1030
- جسم سلطان گر به صورت یک بود ** صد هزاران لشکرش در پی دود
- Fakat o tertemiz padişahın şekli ve sureti de gizli bir fikre mahkûmdur.
- باز شکل و صورت شاه صفی ** هست محکوم یکی فکر خفی
- Gör ki bu sayısız halk, bir tefekkür yüzünden yeryüzünde akıp giden sel gibidir.
- خلق بیپایان ز یک اندیشه بین ** گشته چون سیلی روانه بر زمین
- Halk, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama sel gibi cihanı suya boğar, alıp götürür.
- هست آن اندیشه پیش خلق خرد ** لیک چون سیلی جهان را خورد و برد
- Âlem de her hünerin fikirle kaim olduğunu,
- پس چو میبینی که از اندیشهای ** قایم است اندر جهان هر پیشهای
- Evlerin, köşklerin, şehirlerin, dağların, sahraların, nehirlerin hep onda meydana geldiğini, 1035
- خانهها و قصرها و شهرها ** کوهها و دشتها و نهرها
- Denizdeki balığın denizin vücuduyla yaşadığı gibi yerin de, denizin de, güneşin de, göğün de fikirle diri bulunduğunu mademki görmektesin.
- هم زمین و بحر و هم مهر و فلک ** زنده از وی همچو کز دریا سمک
- Neden kör gibisin, neden ahmaklık ediyorsun, neden sence ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi?
- پس چرا از ابلهی پیش تو کور ** تن سلیمان است و اندیشه چو مور