English    Türkçe    فارسی   

3
102-151

  • Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
  • Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
  • Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
  • Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta. 105
  • Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
  • Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
  • Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
  • Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
  • O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare. 110
  • Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
  • Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
  • Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
  • Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
  • O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? 115
  • Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
  • Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi.
  • Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
  • O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
  • Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı. 120
  • Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
  • Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
  • Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
  • Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
  • Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur. 125
  • Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
  • Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
  • Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
  • Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
  • O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz. 130
  • Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
  • Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
  • Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
  • Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
  • Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur. 135
  • Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
  • Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
  • Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
  • Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
  • Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
  • Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur. 140
  • Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
  • Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
  • Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
  • Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
  • Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar. 145
  • Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
  • Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
  • Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
  • Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı.
  • Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi. 150
  • Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti. O iri fil, adama hiç dokunmadı.