- Mâşuk dedi ki: “Eğer bu okuma, benim içinse vuslat zamanı ömür zayi etmektir bu!
- گفت معشوق این اگر بهر منست ** گاه وصل این عمر ضایع کردنست
- Ben yanımdayım, sen mektup okuyorsun. Bu âşıklık alâmeti değil ki!”
- من به پیشت حاضر و تو نامه خوان ** نیست این باری نشان عاشقان
- Âşık dedi ki: “Doğru, sen buradasın ama ben, istediğim zevki, istediğim gibi bulamıyorum ki, 1410
- گفت اینجا حاضری اما ولیک ** من نمییایم نصیب خویش نیک
- Geçen yıl senden aldığım zevki, şimdi vuslatına erişmiş olduğum halde alamıyorum.
- آنچ میدیدم ز تو پارینه سال ** نیست این دم گرچه میبینم وصال
- Ben bu kaynaktan arı, duru su içtim, o suyla gözümü de yeniledim, gönlümü de.
- من ازین چشمه زلالی خوردهام ** دیده و دل ز آب تازه کردهام
- Şimdi kaynağı görüyorum ama su yok. Yoksa suyolumu birisi mi kesti” dedi.
- چشمه میبینم ولیکن آب نی ** راه آبم را مگر زد رهزنی
- Mâşuk dedi ki: “Şu halde ben, senin sevgilin değilim. Ben Bulgar Türküyüm, sen Katu Türkü istiyorsun.
- گفت پس من نیستم معشوق تو ** من به بلغار و مرادت در قتو
- Sen bana değil, bir hale âşıksın. Fakat yiğidim, hal elde kalmaz ki. 1415
- عاشقی تو بر من و بر حالتی ** حالت اندر دست نبود یا فتی
- Senin tamamıyla istediğin ben değilim. Âlemde istediğin şeyin bir kısımcağızı da ben de var.
- پس نیم کلی مطلوب تو من ** جزو مقصودم ترا اندرز من
- Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim. Hâlbuki aşk, peşindir, eldedir; sandıkta değil!
- خانهی معشوقهام معشوق نی ** عشق بر نقدست بر صندوق نی
- Sevgili, tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona!
- هست معشوق آنک او یکتو بود ** مبتدا و منتهاات او بود
- Onu buldun mu başkasını beklemezsin gayri. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o!
- چون بیابیاش نمانی منتظر ** هم هویدا او بود هم نیز سر
- O hallere sahip bir hâkimdir, mahkûm değil. Aylar, yıllar, o ay yüzlünün kuludur, kölesidir. 1420
- میر احوالست نه موقوف حال ** بندهی آن ماه باشد ماه و سال
- Dilerse söyler, hâle ferman eder… Dilerse hükmeder, cisimleri can haline getirir.
- چون بگوید حال را فرمان کند ** چون بخواهد جسمها را جان کند
- Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir.
- منتها نبود که موقوفست او ** منتظر بنشسته باشد حالجو
- Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur.
- کیمیای حال باشد دست او ** دست جنباند شود مس مست او
- Dilerse söyler, hale ferman eder… Dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir.
- گر بخواهد مرگ هم شیرین شود ** خار و نشتر نرگس و نسرین شود
- Hâle mahkûm olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır. 1425
- آنک او موقوف حالست آدمیست ** کو بحال افزون و گاهی در کمیست
- Hulâsa sofi “İbn-al vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.
- صوفی ابن الوقت باشد در منال ** لیک صافی فارغست از وقت و حال
- Haller, onun azmine onun reyine mahkûmdur. Haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir.
- حالها موقوف عزم و رای او ** زنده از نفخ مسیحآسای او
- Sense hale âşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun.
- عاشق حالی نه عاشق بر منی ** بر امید حال بر من میتنی
- Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.
- آنک یک دم کم دمی کامل بود ** نیست معبود خلیل آفل بود
- Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem. 1430
- وانک آفل باشد و گه آن و این ** نیست دلبر لا احب افلین
- Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen,
- آنک او گاهی خوش و گه ناخوشست ** یک زمانی آب و یک دم آتشست
- Ayın burcudur ama ay değil… Put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok!
- برج مه باشد ولیکن ماه نه ** نقش بت باشد ولی آگاه نه
- Saf sofi, "İbn-al vakit"tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır.
- هست صوفی صفاجو ابن وقت ** وقت را همچون پدر بگرفته سخت
- Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’ın nuruna gark olmuştur. Kimsenin oğlu değildir o… vakitlerden de kurtulmuştur, hallerden de!
- هست صافی غرق عشق ذوالجلال ** ابن کس نه فارغ از اوقات و حال
- Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğurmayan zatsa ancak Allah’tır. 1435
- غرقهی نوری که او لم یولدست ** لم یلد لم یولد آن ایزدست
- Diriysen yürü, böyle bir aşk ara… Yoksa birbirine aykırı vakitlere kulsun.
- رو چنین عشقی بجو گر زندهای ** ورنه وقت مختلف را بندهای
- Çirkin, güzel nakışlara bakma da kendi aşkına, kendi dileğine bak!
- منگر اندر نقش زشت و خوب خویش ** بنگر اندر عشق و در مطلوب خویش
- Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak!
- منگر آنک تو حقیری یا ضعیف ** بنگر اندر همت خود ای شریف
- Ne halde olursan ol, boş durma, ey dudakları kurumuş susuz, daima su araştır!
- تو به هر حالی که باشی میطلب ** آب میجو دایما ای خشکلب
- O susuz, o kupkuru dudağın yok mu? O dudak, sudan haber verme de… Nihayet kaynağa ulaşacağını bildirmede. 1440
- کان لب خشکت گواهی میدهد ** کو بخر بر سر منبع رسد
- Dudak kuruluğu, suyu haber verir… Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet der;
- خشکی لب هست پیغامی ز آب ** که بمات آرد یقین این اضطراب
- Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, maniler giderir.
- کین طلبکاری مبارک جنبشیست ** این طلب در راه حق مانع کشیست
- Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır.
- این طلب مفتاح مطلوبات تست ** این سپاه و نصرت رایات تست
- Bu istek, horoz gibi “Sabah geliyor” diye nara atarak müjdeler verir.
- این طلب همچون خروسی در صیاح ** میزند نعره که میآید صباح
- Âletin yoksa bile iste ara… Allah yolunda âlete ihtiyaç yoktur. 1445
- گرچه آلت نیستت تو میطلب ** نیست آلت حاجت اندر راه رب
- Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş indir.
- هر که را بینی طلبکار ای پسر ** یار او شو پیش او انداز سر
- De isteklilerin civarında sen de istekli ol… Galiplerin sayesinde sen de galebe et!
- کز جوار طالبان طالب شوی ** وز ظلال غالبان غالب شوی
- Karınca Süleymanlık dilerse onun bu dileğini hor görme, himmetine bak!
- گر یکی موری سلیمانی بجست ** منگر اندر جستن او سست سست
- Elinde mala, sanat ve hünere dair ne varsa önce onu istemez, düşünmez miydin, ona bu sayede nail olmadın mı?
- هرچه داری تو ز مال و پیشهای ** نه طلب بود اول و اندیشهای
- Davut aleyhisselâm zamanında bir adamın gece gündüz “Yarabbi, bana eziyetsiz ve helâl rızık ver” diye dua etmesi
- حکایت آن شخص کی در عهد داود شب و روز دعا میکرد کی مرا روزی حلال ده بی رنج
- Birisi, Davut Peygamber zamanında her akıllı ve ahmak adamın yanında, 1450
- آن یکی در عهد داوود نبی ** نزد هر دانا و پیش هر غبی
- Daima şöyle dua edip dururdu. “Yarabbi, bana zahmetsiz, eziyetsiz bir rızık bir servet ver.
- این دعا میکرد دایم کای خدا ** ثروتی بی رنج روزی کن مرا
- Beni tembel, hor, hakir, ağır ve miskin yaratan sensin.
- چون مرا تو آفریدی کاهلی ** زخمخواری سستجنبی منبلی
- Zayıf ve sırtı yaralı eşeklere, atlarla katırlara yüklenen yük yüklenemez ki.
- بر خران پشتریش بیمراد ** بار اسپان و استران نتوان نهاد
- Yarabbi, mademki beni tembel yarattın, rızkımı da tembelliğime bakarak ben çalışmadan ver.
- کاهلم چون آفریدی ای ملی ** روزیم ده هم ز راه کاهلی
- Yarabbi, ben tembelim varlık gölgesine yıkılmış, yatmışım. Bu ihsan ve cömertlik gölgesinde uyuyorum. 1455
- کاهلم من سایهی خسپم در وجود ** خفتم اندر سایهی این فضل و جود
- Tembellerle gölgelikte uyuyanlara da elbette başka çeşitte bir rızık vermişsindir.
- کاهلان و سایهخسپان را مگر ** روزیی بنوشتهای نوعی دگر
- Ayağı olan rızık arar, ayağı olmayansa yanıp yakılır, durur.
- هر که را پایست جوید روزیی ** هر که را پا نیست کن دلسوزیی