- Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir.
- این دعا میخواهد او از عام و خاص ** کالخلاص و الخلاص و الخلاص
- Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı!
- دست باز و پای باز و بند نی ** نه موکل بر سرش نه آهنی
- A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun?
- از کدامین بند میجویی خلاص ** وز کدامین حبس میجویی مناص
- Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!
- بند تقدیر و قضای مختفی ** کی نبیند آن بجز جان صفی
- Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de! 1660
- گرچه پیدا نیست آن در مکمنست ** بتر از زندان و بند آهنست
- Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir.
- زانک آهنگر مر آن را بشکند ** حفره گر هم خشت زندان بر کند
- Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir.
- ای عجب این بند پنهان گران ** عاجز از تکسیر آن آهنگران
- O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
- دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
- Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
- دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حمالهی حطب
- İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür. 1665
- حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید
- Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
- باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
- Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
- لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
- Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
- که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
- Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
- آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
- Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler. 1670
- داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال
- Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
- این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
- Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
- مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
- Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
- پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری میگریخت
- Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
- بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
- Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
- باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
- Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu. 1675
- جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بیوفا
- Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
- چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
- Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
- هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
- Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
- متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
- Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
- بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش میکردند مسروقات خویش
- Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
- شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
- Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu. 1680
- هم بدانجا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست
- O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
- دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را میخواست هم کردن سقط
- Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
- در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
- Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
- این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
- Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
- آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
- Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe, 1685
- شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه
- Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
- هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
- Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
- گفت میدانم سبب این نیش را ** میشناسم من گناه خویش را
- Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
- من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او
- Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.
- من شکستم عهد و دانستم بدست ** تا رسید آن شومی جرات بدست
- Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de! 1690
- دست ما و پای ما و مغز و پوست ** باد ای والی فدای حکم دوست
- Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki.
- قسم من بود این ترا کردم حلال ** تو ندانستی ترا نبود وبال
- Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?”
- و آنک او دانست او فرمانرواست ** با خدا سامان پیچیدن کجاست
- Nice kuş vardır ki uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur.
- ای بسا مرغی پریده دانهجو ** که بریده حلق او هم حلق او
- Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.
- ای بسا مرغی ز معده وز مغص ** بر کنار بام محبوس قفص
- Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. 1695
- ای بسا ماهی در آب دوردست ** گشته از حرص گلو ماخوذ شست
- Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur.
- ای بسا مستور در پرده بده ** شومی فرج و گلو رسوا شده
- Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır.
- ای بسا قاضی حبر نیکخو ** از گلو و رشوتی او زردرو
- Hattâ Harut’la Marut bile o şarabı tatmışlardır da o şarap, onların göğe çıkmalarına mâni olmuştur.
- بلک در هاروت و ماروت آن شراب ** از عروج چرخشان شد سد باب
- Bayezid, bu yüzden çekindi, işte. Kendisinde namaz kılma hususunda bir tembellik gördü.
- با یزید از بهر این کرد احتراز ** دید در خود کاهلی اندر نماز
- O çok akıllı şeyh, sebebini düşündü, fazla su içmesinde buldu. 1700
- از سبب اندیشه کرد آن ذو لباب ** دید علت خوردن بسیار از آب
- “Tam bir yıl su içmeyeceğim” dedi. Dediğini de yaptı, Allah sabır ve tahammülünü verdi.
- گفت تا سالی نخواهم خورد آب ** آنچنان کرد و خدایش داد تاب
- Onun bu pek ehemmiyetsiz mücahedesi, din içindi, bu yüzden de sultan oldu, arifler kutbu oldu.
- این کمینه جهد او بد بهر دین ** گشت او سلطان و قطب العارفین
- Şeyhin de eli boğazı yüzünden kesildi ve o zahit adamın şikâyet kapısı bağlandı.
- چون بریده شد برای حلق دست ** مرد زاهد را در شکوی ببست
- Adı halk arasında “Şeyh-i Akta’- eli kesik şeyh-” kaldı, halk onu bu adla tanıdı.
- شیخ اقطع گشت نامش پیش خلق ** کرد معروفش بدین آفات حلق
- Şeyh-i Akta’ın kerameti ve iki elle zembil örmesi
- کرامات شیخ اقطع و زنبیل بافتن او بدو دست
- Onu birisi ottan, çöpten yapılmış bir gölgelikte ziyaret etti. İki elle zembil örmekte olduğunu gördü. 1705
- در عریش او را یکی زایر بیافت ** کو بهر دو دست می زنبیل بافت